5 gün önce (Dylan'ın anlatımıyla)
Hava sıcaktı, bende düğün için bir kaç şey ayarlıyordum. Biraz daha baktıktan sonra sıkıldım ve salona geçip koltuğa oturdum, sırtımı koltuğa yasladım, derin bir iç çekip koltuğa daha da sindim. "Abi! Babam seni çağırıyor!" Gözlerimi kapattım ve babamın yine ne diyeceğini düşünmeye çalıştım. Çünkü babam sadece önemli şeylerde Emilia'nın beni çağırmasını isterdi."Geliyorum!" Koltuktan kalktım ve babamın odasına doğru yürümeye başladım.
Ne istiyordu yine?
Babamın kapısının önüne geldim, tıklatıp içeriye girdim. Babam kafasını kağıtlardan kaldırıp bana baktı, yüzüne hiç te samimi olmayan bir gülümseme yerleştirdi. Daha çok bir sırıtış.
"Hoş geldin oğlum, geç otur şöyle." Dediği gibi yaptım ve karşısındaki koltuğa oturdum. Arkama yaşlandım ve sol bacağımı sağ bacağımın üzerine attım.
Babam konuşmaya başladı. "Biliyorsun ki bir kaç gün sonra evleniyorsun, hatta hazırlığa bile başladın. 5 gün sonra kızı görmeye gidelim." Çenem kasıldı, dişlerimi kırılcakmış gibi sıkıyordum.Ayağı kalktım ve yumruklarimi sıktım. "O kızı sadece çıkarların için istiyorsun." Babam yine o iğrenç sırıtış dudaklarına yerleştirdi. Kendi babamdan cidden iğreniyordum. "Hadi ama Dylan, o kızı bir insan başka ne için isteyebilir ki?" Ellerimi masaya vurdum ve babama eğildim. Babamda bir korku kırıntısı veya bir titreme bile olmamıştı. Gözlerimden alevler çıktığına yemin edebilirdim. "Buna asla izin vermeyeceğim. O kızın koruması ben olacağım." Doğruldum ve arkamı döndüm. Kafamı hafifçe ona çevirdim ve konuşmamı sürdürdüm. "Sadece sen değil, herkesten."
Sonra babamın odasından çıktım ve kendi odama doğru yürümeye başladım. Koruyacağım demiştim, ama nasıl koruyacagimi bilmiyordum. Yatağıma uzandım ve tavana bakmaya başladım. O süre icerisinde büyük ihtimalle yorgunluktan uyuya kaldım.
Şimdiki Zaman (Victoria anlatımıyla)
Yine büyümü kontrol edebilmek için dersler alırken, bir yandan da masadaki kalem ile oynuyordum. Sarayın büyücüsü Oliver'in anlattığı bir çok şeyi kaçırmıştım ama çok ta önemli değildi. "Şimdi uygulamalı öğretime geçeceğiz, beni takip edin lütfen." Dedi ve masasından ayağı kalktı. İlk ve en önemli kontrol etmem gereken büyü iyileştirme büyüsüydü, tabii benimde en çok hoşuma giden bir büyüydü. Dışarı çıktık ve muhafizlarin yanına gittik, muhafızlar genelde her gün üç dakikalık molalar içerisinde antrenman yapıyorlardı. Arada sırada bu kılıç antrenmanları sayesinde yaralanan olabiliyordu da.
Oliver, önce gözlerini atnreman sahasinda gezdirdi. Sonra da dudaklarını aralayıp konuşmaya başladı. "Aranızda yaralanan veya küçük bir çiziği olan var mı?" Diye sordu. Bir dakika, şimdi anlamıştım! Bir muhafizin yarasını mi iyileştirecektim! Buna hazır mıydım? Kesinlikle bilmiyorum. Korkuyor muyum? Hem de fazlasıyla.
Muhafızlar önce beni süzdü sonra Oliver'e döndüler. "Neden?" Çok mantıklı bir soruydu. Oliver, derin ve bıkkın bir nefes verdi. "Prensesin iyileştirmesi için sordum. Oldu mu?" Muhafızlar kafalarını tekrar bana çevirdiler. Öyle bir bakiyordular ki, sanki bakışları ile beni küçümsüyorlardı. Duruşumu dikleştirdim ve beklemeye başladım. Kimsenin öne çıkacağı olmadığında. "Ne yani kendimde mi deneyeyim, prensesinizden bu kadar mı korkuyorsunuz." Dedim, hepsi anlık bir telaşa kapılmış olacaklar ki birbirlerine baktılar. Sonra tekrar bana döndüler, "H-hayır prenses."
"Ee, o zaman niye tereddüt ediyorsunuz?" Soruma karşılık hiçbiri cevap vermedi. Hepsinde teker teker göz gezdirdim. "Eh, peki o zaman. En ilk kendimde denememi istiyorsunuz yani." Yan tarafıma döndüm ve muhafizlerin eşyalarının olduğu bölüme adımladım. Tam elime küçük bir bıçak alacaktım ki arkamdan bir ses geldi."Pekâlâ, ben size yardımcı olabilirim."
Arkamı döndüm. Karşımda, benden sadece biraz küçük, kahverengi saçlı ve yeşil gözlü bir muhafız gördüm. Muhafiza yaklaştım, "adın ne?" Muhafız başını eğdi ve konuşmaya başladı. "Brandom prensesim." Kafamı olumlu anlamda salladım. "Yaran felan var mı Brandom? Sonra boşuna yaralamayalim." Brandom en ilk söylemekte tereddüt etti, sonra doğruldu ve kolunu açtı.
Gördüğüm şey karşısında kanım donmuştu. Kolunda, dirseğinden bilek kemiğine kadar uzanan bir yara vardı. Derin bir yaraya benzemiyordu. Elim ile kolunu hafifçe tuttum, "bu yara nasıl oldu?" Alt dudağını ısırdı. "En son çıktığımız görevde haydutlar tarafından hazırsız yakalandık, o zaman haydutlardan birinin hançeri kolumu bu hale getirdi." Anladım anlamında kafamı salladım. "Pekâlâ o zaman, hazır mısın?" Diye sordum. Muhafız hiç tereddüt etmeden kafasını onaylar anlamda salladı.
Gözlerimi kapattım ve elimi yarasına değmeyecek şekilde üstünde tuttum. Elimdeki büyü benden izinsiz dışarı aktı ve muhafizin kolundaki yarayı iyileştirmeye başladı. Muhafızın nefes alış verişleri sertleşmişti, büyük ihtimalle şu an olayı kavramaya çalışıyordu. Yarasını tamamen kapattığımda kolunu bıraktım ve gözlerimi yavaşça yeniden araladım. Muhafız bana bakıyordu, gözlerindeki minnet her şeyi açıklıyordu. Sonra bir alkış sesi duyuldu, bu tekli alkışın sahibi Oliver'di.
Herkes hayret içerisinde bana bakıyordu. Bedenimi diklestirdim ve Oliver'e döndüm. "Ders odasına geri dönmemiz gerekmiyor mu? Sonuçta işimizi bitirdik." Oliver bana döndü, kafasını olumlu anlamda salladı ve arkasını dönüp saraya doğru yürümeye başladı. Bende peşinden giderken arkamdan bana seslenilmesiyle duraksadım.
"Prenses Victoria!" Dışarıya derin bir nefes verdim, arkamı döndüm ve itiraz eden muhafızlar dan birini gördüm. Mahcup görünüyordu, başını öne eğmişti. "Öncelikle on yargilarimizdan dolayı özür dileriz. Sizden bir şey isteye bilir miyim?" Kafamı olumlu anlamda salladım. "Bir arkadaşımız var, savaş sonrası ağır yaralandı. Yardımcı olabilir misiniz?" Gözlerimi kocaman açtım, dudaklarımı aralayıp konuşmaya başladım. "Öncelikle, özürünü kabul ediyorum. İkinci olarak, size seve seve yardım ederim." Muhafızın gözleri parladı. Bu sefer biraz daha aşağı eğildi ve sevinçle konuşmaya başladı. "Çok teşekkür ederiz prenses!"
Gülümsedim, insanları mutlu etmek bu kadar kolay mıydı? Bence değildi ama bir insan küçük bir şeyden bile sevinebikiyorsa bu iyi bir şeydir. "Pekâlâ, o zaman o muhafızın yanına gidelim." Muhafız ayağı kalktı ve kafasını hafifçe salladı. Arkasını döndü ve yürümeye başladı. O kadar kotu yaralanmış olamazdı, değil mi? Arkama baktığımda Oliver'ın peşimden geldiğini gördüm, tekrar önüme dündüm ve muhafızı izlemeye koyuldum.
Muhafız, bizi küçük kulübe gibi bir evin önüne getirmişti. Kapıyı açtı ve kenara çekildi. Gördüğüm manzara karşısında kanım donmuştu, muhafızın kolu omzundan aşağı yaralı, dudağında ve kasında patlaklar vardı. Baska yerinde yara var mı bilmiyorsun ama şu an belli olan sadece bunlardı. Muhafızın yanına yaklaştım ve elimi yarasının üstünde tuttum. Gözlerimi kapattım, derin bir iç çekip büyüyü elimden dışarı aktardım.
Yara derin bir yaraydı, kapatması zor olacaktı. Hatta izi bile kalabilirdi... Yarası buyumu zorlamaya başladı, tabi bende geri adım atmadım ve büyüyü biraz daha dışarıya aktardım. Çok fazla mi kullanmıştım büyümü? Gözlerimi açtım ve muhafiza baktım. Yarası kapanmıştı ama izi hâlâ duruyordu. Ayağı kalktım, kalktığım gibi yere düşüyordum ki arkadan bir muhafızın desteği ile tekrar ayakta kaldım.
Gözlerim karariyordu, "prenses gücünüzü fazla kullandınız." Dedi Oliver, o zaman dinlenmek en mantıklı seçimdi. "Pekâlâ o zaman, dersleri sonra verebilir misiniz? Kendimi pek iyi hissetmiyorum da, malûm yarında düğün var. Biraz yatıp dinleneceğim." Oliver 'tamam' anlamında kafasını salladı. Kollarımı muhafızın elinden nazikçe çektim ve odama doğru yola koyuldum.
Harbi benim yarın düğünüm vardı, bu düğünün yapılmasına nasıl bu kadar rahattım. Planlarım yüzünden, babamı uzdukleri için beni aldiklarina pişman olacakları şeyler yapacaktım. Odama gelmiştim, üstündekileri çıkartmadan yorgunlugum yüzünden kendimi yatağa attım ve bedenimi uykunun derin ve güvenli kollarına bıraktım.
![](https://img.wattpad.com/cover/365309622-288-k196704.jpg)