2| bölüm

23 4 0
                                    


Küçüktüm, o zamanlar en fazla 8 yaşındaydım. Bahçede oynamayı severdim, çiçekler, kelebekler hepsi çok hoşuma giderdi. Bir gün yine bahçede oynuyordum, dikkatimi bir kelebek çekti. Mavi renkteydi ama beyaz benekleri vardı.

Tabi çocuk aklım ile kelebeğin peşinden koşturmaya başladım, kelebeğe ulaşmaya çalışıyordum. Arkamdan Abbey, bana sesleniyordu. Kelebeğe o kadar odaklanmıştım ki Abbey'in sesini duymuyordum, bir taşa takıldım ve yere tökezledim. Ellerim acıyordu, dizlerim de aynı şekilde sızlıyordu. Abbey sonunda bana yetirmişti, yanıma çömeldi ve bir yerimde bir şey var mı diye baktı. "İyi misiniz efenedim? Bir yeriniz yaralanmadı ya!" Kafamı hızlıca iki yana salladım sonra ağlamaya başladım.

"Prenses niye ağlıyorsunuz?" Diye sordu Abbey. Bir kere burnunu çektim ve konuşmaya başladım. "Ben niye ucamiyorum Abbey! Bak kelebeklerin çok güzel kanatlari var, benim neden yok!?" Abbey soylediklerim karşısında şaşırmıştı. Sonra gülümsedi, "Çünkü sizin daha kanatlarınız oluşmadı prenses." Tabi ki bu bir yalandı, ama Abbey artık ağlamamayayım diye bu yalan uydurmuştu.

Gözlerimin içi parladı, "Ne yani bende büyüyünce benimde kelebekler gibi çok güzel kanatlarım mi olacak! Yaşasın!" Olduğum yerde ellerimi çırpıyordum, keşke küçüklüğümdeki o minik kıza tekrar dönüşebilsem, herkesin neşe kaynağı olan kıza. Ama zaman o ki şu an 21 yaşındaydım ve çok kısa bir süre sonra bir savaş yüzünden evlendirilicektim. Biliyorum, bu tam bir saçmalıktı. Ama kader bu, ne belirlendiyse o olur. Değiştirme şansımız yok.

Bahçede çiçeklere bakıyordum. Kırmızı kamelya... büyük ihtimalle en sevdiğim çiçek olabilirdi. Ben bunlarla uğraşırken, bir at arabası geldi. Kim gelmişti? Ve neden bu gün. Konuklardan birisi olabilir diye düşündüm, sonuçta 1 hafta çok çabuk gecebiliyordu. 8 gün sonra sonuç olarak nişanım olacaktı. Araba saray kapısının önünde durdu, kapıları açıldıktan sonra kimin geldiğine baktım.

Gözlerim açılmıştı, Anka kralı ve ailesi buradaydı? Neden? Hangi yüzle gelmişlerdi acaba! Ayağı kalktım ve arabanın oraya yürümeye başladım, bu sırada muhafızlar da peşimden geliyordu. Neden hep kuyrugum gibi peşimden dolaşıyorlardı? Arabanın önüne geldim, Anka kralı bana bakarak gülümsedi. Aynı şekilde karşılık vermediğimi görünce at arabasına tekrar döndü. En son içinden bir adam çıkmıştı, büyük ihtimalle müstakbel eşim olmalıydı.

Saray iç kapıları açıldı, hepimiz yüzümüzü açılan kapılara döndük. İçeriden annem, babam ve abim çıkmıştı. Babam sinirliydi, annem babamın hızına yetişmeye çalışıyordu. Abim ise... rahatına bakıyordu ve olacaklara hazırlanıyordu. Hizmetcilerin diline dusmesek iyiydi. Babam Anka kralının bir kaç metre uzağında durdu, dişlerinin arasından konuşmaya başladı "hangi yüzle geldin buraya!" Sesindeki kini o kadar belli ediyordu ki, babamı tanimasam büyük ihtimalle korkardım.

Anka kralı gülümsedi. "Hoşbulduk, eski dostum." Babamın gözlerinden alev çıkıyordu. " Eski dostummuş..." öne bir adım atmıştı ki araya girdim. Babam bana baktı, başımı hafifçe aşağı yukarı salladım. Babam duruşunu dikleştirdi, bende duruşumu diklestirdim ve ellerimi önümde birleştirdim. "Hoş geldiniz, ne istiyordunuz?" Diye sordum sakin ama sert bir ses tonu ile. Anka kralının yüzü bana döndü. "Ne yani saraya davet yok mu?" Başımı dikleştirdim, "temiz havada konuşuyoruz işte, sarayın boğucu havasında konuşmak bence pek akıllıca olmaz. Hem saray havasını biraz daha boğmaya gerek duymuyorum." Sesimdeki alaycı tınıyı fark etmiş olacak ki, çenesi kasıldı.

Arkasındaki oğlu ise dudaklarını birbirine bastırmıştı, büyük ihtimalle gülmemek için kendini zor tutuyordu. Onu incelemeye başladım, kömür karası siyah saçları vardı, göz rengi ise açık mavi tonlarındaydı. Yapılı bir vücudu vardı, günde kaç kere antrenman yapıyordu? Sonra Anka kralına döndüm.
"Ha çok ayakta kalmak istemiyorsanız, buyrun. Bahçemizin çardağına geçelim." Bir yandan da elimle cardagi gösterdim. Anka kralı teklifimi beğenmiş olacak ki, çardağa doğru yürümeye başladı. Onlar gidene kadar bekledim.

En son oğulları kalmıştı, elleri belinde, sırıtarak bana bakıyordu. Derin bir iç çektim ve arkamı dönüp yürümeye başladım. "Ne yani müstakbel eşine merhaba demeyecek misin?" Olduğum yerde durdum. Bedenimi hafifçe ona doğru çevirdim. "Merhaba?" Sesim soğuk çıkmıştı, hatta hiç olmadığı kadar soğuk çıkmıştı. Tekrar ona arkamı döndüm ve yürümeye başladım. İfademi hiç bozmadım, bir kaç dakika sonra hızlı adımlarla yanıma geldi ve o da duruşunu dikleştirdi. Yüzünde az önceden beri hiç görmediğim bir ciddilik vardı. "Şimdi de ciddiyi mi oynuyorsun?"

Kafasını bana çevirmeden cevap verdi. "Hayır." Sesi sert ve soğuktu. Neydi onu böyle değiştiren? Onunla alay etmem mi? Çardağa vardık. İçeriye girip bir sandalyeye oturduk. Çardakta bir ölüm sessizliği vardı. "Evet, buraya gelme amacınızı öğrenebilir miyiz?" Sorduğum soru karşısında bütün gözlerim benim üzerimde oldu. "Geliş amacımız seni görmek. Ne yani düğünden önce müstakbel gelinimi de mi göremem?" Anka kralının konuşması bitince ben konuşmaya başladım. "Bu bir neden değil." Dedim. Anka kralının tek kası kalktı. "Niye? Yani seni görmek için gelmemiz bir neden olamaz mı?" Dudaklarımı ıslattım ve tekrar konuşmaya başladım. "Çünkü ben sizin kullanabileceğiniz bir neden değilim."

Herkesin ağzı hayretle açıldı. Pişman değildim, haklıydım. Ben kimsenin kullanabileceği bir neden değildim. "Kralla nasıl konuşuyorsun küçük bayan?" Diye sordu varlığını bile unuttuğum Anka kraliçesi. Kafamı ona çevirdim. "Sizin kocanız benimle düzgün konuştuğu zaman ben de onun ile düzgün konuşacağım bayan Natalie." Bayan Natalie'nin gözlerini içinde gurur verici bir ifade vardı. Abime baktım, bana sırıtarak bakıyordu. "Benim kardeşim inatçı bir keçiden bile daha inatçıdır. Bas etmeniz çok zor olacak, şurada 25 yıldır onunla beraberim, ben bile zor alıştım. Size bol şans." Annem boğazını temizledi, abim anneme baktı.

Annem abime öldürücü bakışlar yollarken abimin umurunda olmadı. Babam zaten bir saniye bile anka kralından gözlerini ayırmamıştı. Ayağı kalktım ve konuşmaya başladım. "Ben arka bahçeye geçiyorum, büyük ihtimalle sizin babam ile halledecek meselelerinin var." Babama döndüm. "Baba, iznin var mı?" Babam Anka kralından gözlerini ayırıp bana baktı. Başıyla onayladı. Babamın kulağına eğildim, "lütfen şu anlık idare et." Dedim. Babam kafasıyla onayladı ve konuşmaya başladı. "Pekâlâ o zaman, düğün hazırlıkları hakkında konuşmaya ne dersiniz?" Annemin sorusuna karşılık Anka kralı sırıttı. "Heh şöyle tatlı tatlı konuşalım."

Çardaktan çıktım ve onları geride bırakarak sarayın arka bahçesindeki antrenman sahasına geçtim. Bir an önce üstümdeki kıyafetten kurtulmak istiyordum. Tahta kabine girdim ve sadece elbisemi çıkarttım. Çünkü antrenman kıyafetlerim her zaman altımdaydı. Kılıcımı aldım ve antrenman sahasına geçtim, duruşumu hazırladım ve kılıcımı savurmaya başladım. Yukarı, aşağı, sağa ve en son da sola. Arkdam alkışlama sesi geldi. Arkama döndüğümde yine onu gördüm, gözlerimi devirdim ve tekrar önüme döndüm. "karımın bir dövüşçü olacağını düşünmezdim. Savaşlara beraber gider miyiz?" Cevap vermedim. Çünkü gerek duymadım.

Sonra aklıma gelen şey ile duraksadım. "Dylan'dı değil mi? Benimle bir idmana var mısın?" Dylan sırıttı, elini üzerindeki cekete götürdü ve ceketi bir çırpıda çıkarttı. Kılıcını kınından çıkarttı ve karşıma geçti, "sorman bile ayıp." Sırıttım. "Ama benim kurallarımla oynayacağız. Kabul mü?" Dylan'ın yüzünde alaycı bir gülümseme oluştu. "Kabul." Aynı alaylı gülümseme benim yüzümde de oluştu. "Muhafızlar!" Diye bağırdım, Dylan ne yapmaya çalıştığımı çözmeye çalışıyordum ama çabası bile bosunaydı. Çünkü aklına gelmeyecek bir şey yapıyordum şu an. Muhafızlar geldiğinde benden biraz ötede durdular. "Evet prenses!" Önce Dylan'a baktım sonra tekrar muhafızlara döndüm. "Kelepçeleri getirin." Dylan anlamış olacak ki önce şaşırdı, sonra yüzünü tekrar alaya bıraktı.

Muhafızlar geri geldiğinde ellerindeki kelepçeleri bizim kılıcı tutmayan elimize taktılar. "Hazır mısın?" Dylan yine sırıttı. Bu çocuk sırıtmayı çok mu seviyordu? Bir gün ağzı yırtılırsa şaşırmam. "Her zaman prenses." Bu sefer sırıtan bendim. "O zaman ilk atak benden." Dedim ve olduğum yerden fırlayarak ona karşı atak yaptım. İlk kılıcı savurdugumda kurtulmuştu, ikincide arkaya gitmişti. Üçüncüde ise karşı atakta bulunmuştu. Beni geri savurduğunda kendimi toparladım ve tekrar atak yapmak için bir boşluk aradım. Bacakları... şu an en açık taraf orasıydı. Koştum ve yüzüne atak yapacakmış gibi yaptım ama hedefim bacaklariydi, tam bacaklarına kaydığım sırada havaya zıpladı ve atağımdan kurtuldu. Ben yerde iken o bana kılıcını doğrulttu. "İyi deneme ama bir dahaki sefere." Alaylı gözlerle ona baktım. "Gardını çok çabuk düşünüyorsun." Dedim ve ayağından çelme taktım. "Roller değişti altın prens." Bu sefer sırıtan o olmuştu. Biraz daha idman yaptık ve mola için kenara çekildik.

MahperiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin