8| Bölüm

3 0 0
                                    

Endişe ile ayağı kalktım ve hemen atıma atladım. Dylan da benimle beraber atına atlamıştı. İkimizde Abbey'in olduğu tarafa doğru hızlı bir şekilde atlarımızı sürmeye başladık. 

Geç kalmıştık, bir adam onu alıp götürüyordu. Pes etmedim, etmeyecektim.

Atımı biraz daha hızlandırdım ve adamın peşinden gittim. Dylan'ın arkamdan adımı seslenmesi umurumda değildi. Bir daha olmazdı, ailemden gördüğüm birini tekrar kaybedemezdim. 

Adam bana göre daha hızlıydı. Abbey'den ise ses çıkmıyordu, büyük ihtimalle bayılmış ya da bayıltılmıştı.

Kimdi bu? Kim olursa olsun, elime geçerse sonu iyi olmayacaktı.

Arkamdan at sesi geliyordu. Hayır, at sesleri.

3 kişi arkamdanat ile beraber koşuyordu. 

Adam iki binanın arasında bir sokağa girdi, bende arkasından ilerledim ama yoktu. Nasıl bu kadar hızlı olabliyordu.

Adamı görsek bile tanımazdık, çünkü ağzında peçesi başında ise şapkası vardı. Sinirle atımdan indim. Korkuyordum, ya ona bir şey aparlarsa? Bu sıra da Dylan ve iki adamı da bize yetişti. Atlarından indikten sonra iki muhafızdan birine doğru yürümeye başladım. Ona yaklaşınca da yakasından tuttum. "Siz orada ne halt yiyordunuz? Ha!" Abbey'i korusalardı belki şu an yanımda olurdu.

Muhafız korkulu gözler ile bana bakıyordu. "L-leydim anlık dalgın-"

"Ne dalgınlığı! Görevdesiniz,  almışsınız. O zaman adam akıllı yapın görevinizi!" Dylan omzumdan tuttu ve beni muhafızdan ayırdı. "Bütün muhafızları yollayacağım, Abbey'i bulana kadar kimse geri dönmeyecek. Oldu mu?" Sert bir şekilde nefesimi verdim.

"Olmadı!"

Dylan bıkkın bir nefes verdi. "Ne istiyorsun? Söyle onu yapayım." 

Aklımda binlerce fikir vardı ama en mantıklı olanını ona söylemeye karar verdim. "Bende Abbey'i kurtarmaya gideceğim." Dylan'ın gözleri fal taşı gibi açıldı, bedeni kasıldı ve çenesi sertleşti. "Aklını mı kaçırdın sen?! İzin vermiyorum!" diye sitem etti. 

Omzumu elinden kurtardım ve öfkeli bir şekilde ona baktım. Hafif parmak uçlarımda kalkıp kulağına doğru fısıldadım.

"Senden izin isteyen de olmadı zaten." Nefesi tenime değiyordu. Bedeni kast katı kesilmiyti. Tekrar...

Bedenimi dikleştirdim, arkamı dönüp atıma yürüdüğüm sırada, sesini duymam ile duraksadım.

"Sadece seni düşünüyorum, acımasız birisi olsam şu an ne burada olurdun ne de başka bir yerde." Bu sefer bedenimin kasılma sırası bendeydi. İrkilmiştim, yapacağı şeyleri düşünemiyordum bile. 

Çünkü o bir ölüm makinasıydı. Önüne gelen düşmanının gözünün yaşına bile bakmadan alıyordu kellesini. Bana doğru adım attığını duydum. Arkamı döndüm ve diyeceği veya yapacağı şeyler için yüzleşmeye hazırlandım. Aramızda çok az bir boşluk bırakıncaya kadar yanıma gelmişti. Yüzüme doğru eğildi ve konuşmaya başladı, "Pekala, sen demek Abbey'i aramada yardımcı olmak istiyorsun. İstediğin gibi olsun. Ama, sen nereye ben oraya. Emrindeyim prenses." 

Ne zaman tuttuğumu bile anlamadığım nefesimi dışarı verdim. Dylan, pelerinini savurdu ve arkasını dönüp atına doğru ilerledi. Ben de şokun etkisini atlatarak arkamı döndüm ve atıma bindim.

Ne yaşamıştım ben öyle az önce.

(...)

Saraydan çıkmadan önce duş almıştım, saçlarımı tarayacak kimsem şu an yoktu. İşlerimi hallettikten sonra, Dolabımdan rahat bir kaç kıyafet çıkarttım.

Elbise giymeyecektim, çünkü rahat edemezdim. Giyindikten sonra kılıcımi da kınına yerleştirdim ve dışarı çıktım. Muhafızlar hazırdı, Dylan ise büyük ihtimalle dışarıda atların yanındaydı.

Hizmetçiler, muhafizalrdan birine yiyecek yemek veriyorlardı. En fazla ne kadar uzun sürecekti ki?

Pelerinim giydim ve bende dışarı çıktım. Dylan'ın yanına gittim, Dylan da benim geldiğimi görünce bana doğru döndü. "Her şey hazır mı?" Diye sordum.

Kafasını olumlu anlamda salladı. "Evet, ne eksiğimiz var. Ne de fazlamız."

Bu sefer kafasını sallayan kişi ben olmuştum. "O zaman artık gidebilir miyiz?"

"Beklemek hata." Dedi ve atına bindi. Bende kendi atıma bindim ve pelerinimin şapkasını kapattım. Cebimden cikarttigim peçeyi de ağzıma taktıktan sonra Dylan'a döndüm.

O da benim gibi hazırlanmıştı. "Hadi, yola çıkalım. Abbey'i bulana kadar saraya dönmek yok."

Peçesini düzelttikten sonra atını koşturmaya başladı. Ben ve diğer muhafızlar da onun peşinden gitmeye başladık.

Şu an büyük bir savaşın içine bile gidebilirdik. Tanımadığımız birine kafa tutuyorduk. Neden mi? Ailemden saydığım, bana yeri geldiginde anne, yeri geldiğinde öğretmen olan o kişiyi benden almışlardı.

Şu an içimde kendimi yiyen bir tarafım vardı. Ama onu şu an açığa çıkartamazdım. Ve bence içimdeki canavar da bunu istemiyordu.

Çünkü o da benim gibi savaşı bekliyordu.



MahperiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin