4. Bölüm: Lale Şehri

8 2 0
                                    

Güzel yazdığımı iddia etmiyorum

Yazdıkça güzelleşmesini diliyorum.

Yazım veya noktalama yanlışı varsa lütfen kusuruma bakmayın gözümden kaçmış olabilir

İyi okumalar...

&&&&&&&

Buraya bayılmıştım. Havası soğuktu ancak insanları kibardı, üstelik ağır bir işte çalışmalarına rağmen! Bugün Lale şehrinin göz bebeği olan üretim tesislerindeyiz. Az önce bir çileğin nasıl yetiştiğini çiftçilerden dinlerken bana hediye de ettiler ve söyleyebilirim ki çilek şimdiye kadar ki en güzel şey olabilir. Özünde burayı incelemek için gelen araştırmacıları ve olayları çizmem gerekiyordu ancak bir süre sonra burnuma gelen güzel kokulara daha fazla dayanamadım. Umarım komutanlarım beni yakalamaz.

Eve döndüğümde yetiştirebilmem için bana tohum da verdiler. Kibar insanlar olduklarından bahsetmiş miydim? Onlara nasıl bakıyordum emin değilim o ara gülümsemekle meşguldüm çünkü. Bana başka tohumlar da vermeye başladılar. Onları çok sevdim. Onlar da beni sevdiler. Bana sürekli ne kadar sevimli olduğumu söyleyip duruyorlar. Galiba sert ve kaslı dursun diye vücuduma koyduğum aparatlar bir işe yaramadı. Kampa dönünce biraz daha koyayım.

Arazi çok büyük. Genel olarak şehrin kendisi çok büyük, bu yüzden araştırmacıları kaybetmemek için hemen yanlarına ilerlemeye başladım. Yer-yön duygum asker olmama rağmen çok gelişmemişti ve kaybolursam geri dönebileceğimden emin değildim. Sanırım bu bütün neslin sorunuydu. Çocukluğun da dahil hayatının büyük çoğunluğunu kapalı kapılar ardında geçirdiğinde ve dışarıya çıktığında şaşırman ve korkman normaldi. NORMAL.

Köylüler ise benden pek ayrılmak istemedi. Hatta birkaçı, askerliği bırakıp yanlarında sadece dursam bile ömrümün sonuna kadar yiyecek için ücret ödemeyeceğimi söyledi. Hatırladıkça hala kahkaha atıyorum. Ülkenin alt kesimindeki insanların bu şehirde yaşamasına rağmen açık ara en nazik insanlardı. Gerçi diğer bölgelere pek gidememiştim ama olsun.

Araştırmacılardan Binna 'nın yanına geldiğimde elinde defteri, kadın yöneticilerden biriyle konuşuyordu. Her üretim tesisinin bir yöneticisi vardı ve bilgi öğrenmek için kısa vadede onlara sormak faydalıydı. Ya da her zaman değil.

Kadın yanımızdan ayrıldığında "Bir bilgi yok mu?" diye sordum. Bu ekipte anlaşabildiğim tek kişiydi, ben de bu yakınlıktan faydalanarak sorular soruyordum. "Hayır." Diye cevapladı. Ardından ekledi "Tuhaf bir şeyler yokmuş ama belgeler bunun aksini gösteriyor. Ya kadın yalan söylüyor ya da birileri işin üzerini örtüyor." Kalacağımız hana doğru yürürken "Ne demek istiyorsun?" diye sordum. Binna sıkıntılı bir nefes bıraktı. Bu konuşmalar onu rahatsız ediyor olmalıydı. Olayı bilmediğim için neyden rahatsız olduğunu anlayamadım. Kaşlarım çatık ona bakarken bir saniyeliğine bana döndü ve "Darren kaşlarını böyle yaptığında hiç korkutucu olmadığını biliyor muydun? Yüzün bunun için fazla sevimli. Aslına bakarsan askerlik için bile fazla sevimli. Seni nasıl asker yaptılar?" ciddi ciddi merak edip sorduğunda gözlerimi devirdim. Bunun üzerine kahkaha attı.

Beni nasıl asker yaptıklarını açıkçası ben de bilmiyordum. Eskiden Zambak şehrinde ressamdım. Sergiler düzenlerdim bu yüzden beni orduya çizmem için çağırdıklarında korksam bile şaşırmamıştım. Zorunlu askerlik gibi bir şeydi durumum. Kolay bir alan olduğu için kabul etmiştim bende. Sadece çizmem gerekiyordu. Bu bir bakıma beni motive ediyordu. Bir yıl dayanacaktım ve askerliğimi yaptıktan sonra memleketime dönüp işimi yapmaya devam edecektim.

Orduda kayıt tutmak için bile olsam ve olası çatışmada yer almayacak da olsam kimi tanısam bu mesleğin benim için olmadığını söylüyordu. Peki neden? Beyaz ten, zayıf bir beden, pürüzsüz ciltle kimse asker olamaz mıydı? Herkes kutup ayısı gibi mi görünmeliydi? Öyleyse işim çok zordu çünkü ömrüm boyunca spor salonundan çıkmasam bile o görüntüyü elde edemezdim. Üstelik boyum uzun da değildi. Ben de kolay yolu yani çevremdeki herkese kendi düşüncelerimi kabul ettirmeyi seçmiştim.

VC17Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin