"Gün gelir, hayatta olmana rağmen öyle bir boşluğa düşersin ki; hayatın ne olduğunu unutacağın güne kadar nefes alamazsın," demişti biri. O günü çok net hatırlıyordum. Unutmak için verdiğim onca çabaya rağmen aklımdan silmeyi bir türlü başaramamıtşım.
"Ya o gün hiç gelmezse?" diye sormuştum. O da bana "Ölürsün Asu. Sevgi zayıflıktır. Güven zayıflıktır. İkisi bir olursa gün gelir silahın hedefi sen olursun," cevabını vermişti. Şimdi onu o kadar iyi anlıyordum ki, anlamamış olmayı lanet ederek diliyordum.
Çığlığın sahibi Elçin'di. Vurulan o olmamasına rağmen. Vurulan Duygu'ydu. Benim can parçam, güzel kızım kanlar içinde yerde yatarken kendimi kaybetmemek için zor duruyordum.
Elçin ve babam panikle Duygu'ya koşuyordu. Kim olduğunu seçemediğim birkaç kişi daha onlara katılırken annem yerinden kalkamıyordu. O da benim gibi mıhlanmıştı olduğu yere. Beni ise ayakta tutan tek şey Çağan'ın belimdeki eliydi. Aslında o elin Çağan'a ait olduğuna bile emin değildim.
Bir silah sesi daha duyulduğunda koşmaya başladım. O kadar çok titriyordum ki, her adımım da yalpalıyordum. Düşmemek çok zordu. Bir elimle eteğimi tutarken diğer elime bir soğukluk yayıldı. Bu soğukluktan nefret ettim.
Duygu'nun yanına geldiğimde elimdeki soğukluğu önemsemedim ve elimi güzel kızımın göğsüne koydum. Kalbi atsın istedim, attığını duymak istedim. Duyamıyordum, hiçbir şeyi duyamıyordum. Sanki yeni bir kriz yakamı tutmuş ve bırakmıyordu. Canım acıyordu, güzel kızım gözlerimin önünde kanıyordu.
"Bir gün ölürsem arkamdan çok ağlarsın," dedi mavi gözlü kız gülerken. Yeşil gözlü olan da gülerek başını salladı. "Sen bensiz ölemezsin bile Duygu. Sen benden gidemezsin. Ağlamam arkandan, çünkü ben de yanında giderim."
Canım yanıyordu, güzel kızım benden gidiyordu. "Ambulansı arasın biri," diye bağıran sesi tanıyordum. Elçin'imdi. Kafamı Duygu'nun bedeninden kaldırıp etrafıma baktım. Çisem'in gözleri dolu doluydu. Elleri titriyordu. Haktan alel acele telefonunda bir şeylerle uğraşıyordu. Muhtemelen ambulansı arayacaktı ama onun da elleri o denli titriyordu ki yazamıyordu bile. En sonunda Elçin sinirle telefonunu elinden aldığında ambulansı aradı ve telefonu kulağına tuttu.
Çağan arkamda duruyordu. İnsanları sakinleştirmeye çalışıyordu ama nafile, herkes ölümle burun burunaydı. Bir yandan da telefondan birilerine komutlar veriyordu. "Çevreyi arayın, kameralara bakın, olay yerine birkaç tane ambulans gönderin." Tek yaralı Duygu'ydu ama o birkaç tane ambulans istiyordu.
Tekrardan etrafıma bakındığımda babamın sandalyede oturmuş olduğunu gördüm. Yüzü kıpkırmızıydı. Ne yapacağını kestiremiyordu. Düşünmeyi bırakıp Duygu'nun kafasını kucağıma koydum. "Duygu'm, güzel kızım, sözün var. Gidemezsin ki sen benden. Yapamazsın bensiz," dediğimde elimi burnuna götürdüm. Nefesini kontrol etmeye çalıştım ama anlamıyordum. Hiçbir şeyi anlayamıyordum.
Kurşunun neresine denk geldiğini anlamaya çalıştım. Diz kapağının bir karış üstüne denk gelmişti. Oluk oluk kan akan yere baskı uygulamak için masanın üzerindeki masa örtüsünü çektiğimde üstündeki her şey yere düşmüştü.
Masa örtüsünü bacağına sardım, bastırdım ve kanın durmasını istedim. Ölemezdi, benim kardeşim ölemezdi.
Çağan yanıma eğildiğinde benim elimi ittirip yaptığım şeyi o yaptı. Bacağına masa örtüsüyle bir düğüm attığında elini burnuna götürdü. Çağan derin bir nefes alıp bana döndüğünde kardeşimin hâlâ nefes aldığını anlamıştım. "Yaşayacak Çağan, benim kardeşim gitmez ki benden. Yaşayacak değil mi? Hem daha bana vereceği çok güzel bir haberi vardı. Bu akşam anlatacak bana. Yaşayacak de Çağan, korkuyorum lütfen yaşayacak de," diye ağlamalarımın arasında bağırdığımda yan tarafımdan birisi sarılmıştı. Kokusundan bile kim olduğunu anlamıştım. Elçim'im.