"Ah, nefsimde bir koku bıraktı tenin.
Yürek bilir mi esen meltemi?
İhanetin ilahisi çalarken kulaklarımda
Duyulmaz olur geçmişin sesi."Günlerden 18 Temmuz 2024. Annem ve ben hâlâ hastanede kalıyorduk. Evimiz polislerin gözetimi altındaydı. Babamın otopsi testi ise hâlâ sürüyordu. Aynı zamanda Özgür'ünde öyle.
Annemde bende polislere ifademizi vermiştik. Annemin anlattığında göre maskeli üç kişi gelmiş ve evi taramaya başlamıştı. Ne tesadüftür ki hem Bekçi Umut Abi hemde oğlu Uğur Abi tatil için izin almışken yaşanmıştı bu durum. Evde gerçek anlamda sadece annem, babam ve Özgür vardı.
Ayrıca Özgür'in varlığını da herkes bilmezdi. Annem kolay kolay odasından çıkartmazdı. Herkese bahsetmezdik varlığından. Annem korur, kollardı onu daima.
Annemle babam birbirlerinin gözleri önünde aynı anda vurulmuşlardı fakat annem Özgür'ün vurulduğunu görmemişti. Hatta Özgür'ün odasında olduğunu iddia etmişti. Tesadüf eseri Özgür'ü görüp öldürmemişlerdi. Özgür'ün varlığını bilen birisi yapmıştı bunu.
Annem, babam, ben, Elçin, Duygu, amcam ve... Ve işte. Devamı yok. Yedi kişiydik Özgür'ün varlığını bilen. Sadece yedi kişi. Birisi ölmüştü, birisi ölümden dönmüştü, birisi yıllar önce gözden kaybolmuştu, diğer üçü ise sadece diğer üçüydü işte. Hain içimizdeydi. Belki de gerçekten içimizdeydi. Belki de bizdik.
Babam, tek yaşına karşılık canımı feda edeceğim adam son kez sarılamadan ölmüştü. Son kez koklayamamıştım tenini. Son kez öpememiştim yanaklarını. Babam, çok özlediğim adam. Kızının aşkını bilemeden ölmüştü. Bahsedememiştim geçmişten. Sözümü tutamamıştım, açıklayamamıştım yanık ve yara izlerimdeki dövmelerimi.
Ağlayamıyordum bile halimize. Biz neler yaşıyorduk, neleri atlatamıyorduk. Ruhsuz gibiydim, ölü gibiydim. Belki de zaten ölüydüm. Ama haini bilen bir ölüydüm. Babamın katilinin kim olduğunu biliyordum. Ve babamın kanını yerde bırakmayacaktım. Ben ıskalamazdım.
***
"Asu!" diyen bir ses kulaklarımı doldururken başımı yerden kaldırıp sesin kaynağına döndüm. Çağan'ım, sevdiğim, yaralarımdan öpen adam. Ne çok özlemiştim oysa kokusunu şu tek günde. Ne çok istemiştim boynuna sarılıp omuzunda ağlamayı. Yapamamıştım. Utanmıştım.
"Barkın," dedim kısılmış sesimle. Dün ifademi verdiğimden beri tek kelime etmemiş, tek bir şey geçirmemiştim boğazımdan. Sesim kısılmıştı ve titriyordu. Sesim Çağan'a ulaşmamıştı bile.
Uzakta olduğundan dolayı bulanık gördüğüm siması git gide netleşerek yakınıma gelirken gözlerimden bir yaş aktı. Gözyaşı elime damlayana kadar fark etmedim bunu. Çağan gözümden akan yaşı gördü, hızlandı, yanıma kadar koştu. O hastane koridorundaki sandalyeye benim için ilk koşuşu değildi.
"Asu," dedi yeniden ve bir saniye bile beklemeden sarıldı. Ağlayacak olan bendim, ağlaması gereken bendim. Ama ağlayan Çağan'dı. Omzum ıslandı, ıslandı. Ellerimi kaldırıp ona yaslamadım. O tek taraflı sarılmasını dakikalarca sürdürdü. Birimiz oturuyordu, birimiz ayaktaydı. Birimiz gözyaşı döküyordu, birimiz hıçkırıyordu. Birimizin kollarını kaldıracak gücü yoktu, birimiz yarınımız yokmuşcasına sarılıyordu.
"Asu bir şeyler dönüyor," dedi Çağan titreyen sesiyle. "Baskın yapılan tek ev sizinkisi değil. Haktan ve Çisem vuruldu."
Yok daha neler diyordu iç sesim. Aynı kişi mi yapmıştı bunu? Öyleyse belki de Özgür'ü evi tararken bulmuşlardı. Belki hain sandığım kişi... Yanılıyor olabilir miydim?