“Burada edilen dualara cevap veren tanrı değil, iblis.”
YILLAR ÖNCESİ
Kelebekler uçabilirdi ama hiçbir zaman gökyüzüne ulaşabilecek kadar ilerleyemezdi.
Küçük kız bir kelebeğin nelere sebep olabileceğini bilemeden peşine takılmıştı ancak o küçücük ellerini ne kadar yukarı kaldırsa bile kelebeği tutamıyor, daha çok ileriye gitmesine sebep oluyordu. Kızı cezbeden şey ise uçabilmesiydi, ona göre kelebek istediği kadar yukarıya yükselebilirdi. Daha fazla uçtu, ama neyse ki hâlâ göremeyeceği kadar uzakta değildi.
Kahverengi saçları arkasından gelen rüzgardan dolayı yüzüne, gözlerine ve ağzına geliyor, yine de o bunu umursamıyordu. Tek odağı beyaz bir kelebekti. İçindeki yakalama arzusu daha da arttı, daha hızlı koştu ancak kelebek görüş açısından çıkınca adımlarını durdurmak zorunda kalıp hissettiği boşlukla etrafına bakındı.
Kelebeği görememenin verdiği hayal kırıklığıyla aklına babası geldi. Etrafında tanıdık hiçbir şeye rastlayamayınca küçük midesini bir ateş esir aldı, etrafına zorlanarak defalarca baktı lakin evini göremedi.
“Nereye gittiğini bilmiyorsun, ama yine de devam ediyorsun.”
“Baba!” diyerek ses tellerinin yettiği kadar bağırmaya çalıştı ama bir yanıt işitemedi.
Etrafına tekrar anlamsız bir umutla baktı, ama gördüğü tek şey uzun ve geniş ağaçlar, yerdeki yeşil, canlı çimenler ve onların arasına saklanmış tek tük çiçekler olmuştu. Kızın kaşları huzursuzlukla çatıldı.
Ayaklarının ağrıdığını anca adımları durunca anladı. Yere oturarak yüzünü ağlakça buruşturdu. Ancak tam önünde duran sarı çiçek ona babasını unutturmaya yetmişti. Minik ellerini çiçeğe uzattı, yerinden koparmak istercesine çekmeye yeltendi ama onu durduran bir şey vardı.
Annesi hiçbir çiçeği koparmaması gerektiğini yoksa çiçeğin solacağını söylemişti. Solmak ne demek diye sormamıştı, ölmek anlamına geldiğini bilmiyordu lakin kötü bir şey olduğunu algılayabilmiş, ellerini çiçekten isteksiz bir şekilde uzaklaştırmıştı. Annesi zihninde yer edince onunla birlikte babası da geldi.
“Baba,” ses telleri acıdı. “Anne!” Bir ses duyamayınca ve birini göremeyince ela gözlerinden bir yaş düştü. Ardından bir yaş daha. Hıçkırarak ağlamaya başladı. Evine nasıl gidecekti? Hep burada mı kalacaktı yoksa? Ya hayvanlar yerse onu? Aklına bu düşünce gelince daha şiddetli ağlamaya başladı. Ama o daha çok küçüktü. Annesi öyle demişti.
Etrafına tekrar baktı. Yemyeşil ağaçlardan ve uzun çimenlerden başka bir şey yoktu burada. O öylece etrafına bakarken küçük bir ses geldi ağaçların ardından ancak o bunun farkında değildi. Minik kızın en büyük korkusu, şu an için bir hayvanın çıkıp onu yemesiydi. Arka tarafını da arada bir kontrol etmek için dönüp bakıyordu. Bir aslan? Ya da bir kurt? Ama bu düşüncesinin aksine, etrafta bir kuş cıvıltısı, hatta bir karınca bile yoktu.
Normalde bu ormanlarda bolca hayvan olmasına rağmen.
Bulunduğu yer ona soğuk gelmeye başladı. Birden sert ve soğuk rüzgarlar esmeye başlamıştı ama tepede hâlâ güneş tüm heybetiyle göz yakacak kadar parlıyordu ve gökyüzünde hiç bulut yoktu. Hatta diğer günlerin aksine güneş çok sıcaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP KRALLIĞIN KAYIP VELİAHTI
FantasyKayıp krallığın kayıp veliahtına hakkı olanı alması söylendi. Ancak kimse hakkı olanın ne olduğunu söylemedi. Konuşurlar ki bir veliaht daha varmış, Tanrı gücüne sahip değilmiş, tanrı katiliymiş. Dediler ki toprağın içine gömülmüş bir halk yaşarmış...