Girdiğim anda koşturan kişileri gördüm. Burasıda açık alandı ve baya muhafız bulunuyordu. Kocaman bir şekilde daha önce görmediğim bir taş -muhtemelen buraya özgü bir tür taş- ile duvarlar yapmışlardı. Ve tam karşıda kocaman sarayı görüyordunuz. Yani burası bir nevi sarayın bahçesi gibiydi. -bahçe tam olarak bir sokak boyutundaydı ve saray, bahçesinden çok daha büyüktü- Başımın dönmemesi için bakışlarımı sarayın yukarısını görmeye çalışmayı bırakarak indirdim.
Atlar falan vardı. Yani tamamen fantastik bir yer gibiydi. Koşturan kişilere çarpmamaya çalışarak bir adım attım. Ancak bu çabam işe yaramadı, birinin bana çarpmasına engel olamadı. Sepetinde olan bütün meyveler yere saçıldı. Derince yutkundum, galiba gerçekten lanetliydim.
"Karis." Birinin bana seslenmesiyle bütün herkesin gözünün bana döndüğünü fark ettim. -Bu kelimeyi Lort ve Leydi dışındaki soylulara kullandıkları bilgisini koparabilmiştim, açıkçası bunu daha önce duymamıştım. Büyük ihtimal bizim dünyamızda kullanılmıyordu- İkilemede gibilerdi, yüzleri kararsız duruyordu. Büyük bir özgüvensizlik hissettiğim içimi dışa vurmamaya çalıştım, gözlerim diğerlerini taradı. Tam şu an gerçekten büyü yapabilmeyi ve görünmez olmayı istiyordum.
Varlığını bir anlığına unuttuğum adam tekrar dikkatimi çekti. Dökülen meyveler yerde öylece yatıyordu ancak bir suçluluk kırıntısı göstermedim. Bunu yapmayacaktım, sürekli bir şeylerin suçlusu gibi gösterilmeme izin vermeyecektim.
Benim suçum değildi.
Adam belli belirsiz kafasını selam verir gibi eğdi, ya da benim hayal ürünümdü. Bir tepki vermedim, kafam az önce girmek için ilerlediğim koca kapıya ilişti. Birden herkes önümden çekilip bana yol verince afalladım, buna ihtimal veremeyerek ağzım şaşkınlıkla açıldı. Çünkü diz çökenleri görmüştüm.
Bana yapmayacaklarını düşünerek arkama baktım, yol verdikleri kişi ben değildim.
Tam arkamda tüm heybetiyle saçı gibi kırmızı giyinen, geniş omuzlu kızıl veliahtı gördüm. Birkaç saniye baksam da ilk defa saçlarının bu kadar kızıl olduğunu fark etmiştim. Bugüne kadar gördüğüm tüm doğal kızıllar hafiften turuncuya çalıyordu. Fakat veliahtın saçları kırmızının tam kendisiydi. Ancak mat ve koyu, çok parlamayan bir kırmızıydı, kesinlikle cırtlak değildi.
Gözlerinin uzaktan bile kahverengi olduğunu anlayabiliyordunuz. Omuzları çok dikti, hep yukarıdaydı. Suratında hiçbir mimik olmadığı zaman bile sanki alayla güldüğünü hissediyordunuz. Elinde kılıç olmadığı zaman bile sanki birilerini kesiyormuş hissine kapılıyordunuz.
Onda kesinlikle iyi olmayan bir şeyler vardı.
Ne yapacağımı bilemeyerek öylece kaldım. Zihnimden ilk olarak ona diz çökeceğim ihtimalini çıkardım. Önümü dönüp dönmemek arasında kalmıştım lakin gözleri beni bulunca öylece kalmayı seçtim. En azından diz çökmeyeceğimi anlamasını sağlamıştım. Ona karşı içimde hiç iyi olmayan düşünceler vardı, bıraksalar neredeyse ona kin besleyecektim. Onu ilk gördüğüm zamandan beri lanet biri olduğu belli oluyordu.
Ve bu sadece onda geçerli değildi, buradaki herkesin ciddi bir şekilde lanet insanlar -onlara ne diyebileceğimi henüz çözememiştim- olduklarını hissediyordum. Kontrolüm dışında hepsine karşı böyle bir algım oluşmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KAYIP KRALLIĞIN KAYIP VELİAHTI
FantasíaKayıp krallığın kayıp veliahtına hakkı olanı alması söylendi. Ancak kimse hakkı olanın ne olduğunu söylemedi. Konuşurlar ki bir veliaht daha varmış, Tanrı gücüne sahip değilmiş, tanrı katiliymiş. Dediler ki toprağın içine gömülmüş bir halk yaşarmış...