1. ŞİİRİN ARDINDAKİ KADIN

149 13 2
                                    


"Çiçeği altın varak, suyu sim pulludur;Ay ve güneş, ezelden iki İstanbulludur

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.


"Çiçeği altın varak, suyu sim pulludur;
Ay ve güneş, ezelden iki İstanbulludur..."¹

Necip Fazıl Kısakürek


Sırma,

İstanbul...
Fatih'in gözünde bir tutku, Osmanlı'nın kalbinde bir mücevher. Zamanın ötesinde yaşayan, her köşesi tarih soluyan bir şehir. Tek bir şehir, iki kıta üzerinde yükselen, binlerce yılın aşkını sinesinde saklayan.

İstanbul'a olan tutkum, onun sokaklarında yürürken bile başımı eğmeye kıyamayacak kadar derindi. Her adımda, bu tarihi şehrin dokusunu, renklerini ve seslerini içime çekerdim. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldığımda, İstanbul'un baharatlı esintileri, denizin tuzlu kokusu ve çiçeklerin tatlı aromasıyla karışık hafif bir rüzgar hissederdim.

Açık pazar yerlerindeki canlılık, dar sokaklardaki gizemli hikayeler ve boğazın serin sularında yansıyan güneşin parıltısı... İşte bu anlar, İstanbul'a olan aşkımı perçinlerdi.

Bu şehirde aşkı her köşe başında görebilirdim; genç çiftlerin el ele yürüdüğü sahil yollarında, yaşlı bir adamın vapur iskelesinde torununa balık tutmayı öğrettiği sakin öğleden sonralarda, ya da bir sanatçının tuvaline hayat verdiği sokaklarda. Ve benim şiirlerime sığmayan sevdalarında...

İstanbul, aşkın sadece insanlar arasında değil, şehrin kendisiyle de yaşanabileceğini kanıtlar gibiydi. Her bir taşında, her bir duvarında hikayeler saklıydı ve ben bu hikayelerin bir parçası olmaktan büyük mutluluk duyardım. Taşının toprağının altınlığı bundan geliyordu zanımca. Parlıyordu İstanbul aşka dönük bir aynanın altında.

Daha tam doğmamış güneş, havayı grinin en farklı tonuna boyamış alıştığımın aksine farklı bir atmosfer yaratmıştı. Gün inatla geceye karışarak egemenliğini istiyordu sanki.

Yine bu sabah vakti dalmıştım İstanbul'u seyre. Bir kahve yeter miydi; zihnimi aydınlatmaya? Bir kuple İstanbul almıştım daha ne isterdim. Sıkışmıştı yine de aklımın kutularına, yatağa dönme fikri. Sahi sabahın bu saatinde uyanmama sebep olan neydi?

Hatırladım. Meret bir rüya izin vermiyordu derince uykuma kavuşmama. Aynı rüya rahatsız ediyor durmadan zihnimi, her gece. Bir günebakan tarlası... Ardında yükselen fırtınanın fısıltısı...

Korkunç bir sükut çöküyor matem düşmüş tarlalara. Koşmak istiyorum ama nafile. Ayaklarım zincirlenmiş sanki bir yerlere. Aklımdan atmak istiyorum, bu ürpertici rüyayı. Kaldırıp başımı, güneşin göründüğü İstanbul boğazına.

𝑃𝑅𝐸𝑆𝑇𝑂Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin