"Aşk imiş her ne var âlemde. İlm bir kıyl ü kâl imiş ancak."
FuzuliSırma,
Birileri tarafından ilgiyle ağırlanmanın anlamını anlayacak yaşlardaydım. Fakat nedensizce içimde koyu bir utanç duygusu hüküm sürüyordu.
Elimde olamyan bir şekilde, hemen hemen ayda bir misafir olduğum bu rıhtımda, İsmail amcam ve henüz iki yıllık eşi Hanife ablanın benim için balık kızartması beni utandırmış, yerime sessizce sinmeme yol açmıştı.
Gökyüzüne doğru yelken açan tekneyle başladı maceramız, denizin maviliğinde kısa ama unutulmaz bir yolculuktu bu.
Utku'nun şakalarıyla kahkahalarımız göklere karıştı, gülmekten karnımız ağrıyordu. Utku, Hanife ablanın eski eşinden olan, hayatımın neşe kaynağı, yaramazlıkta ortağım. Onun enerjisi güneş gibi sönmez, konuşkanlığı rüzgar gibi dinmezdi.
O, sevimliliğin ve kurnazlığın mükemmel bir karışımıydı. Şaklabanlığıyla herkesi güldüren, ama bir yandan da Leonardo DiCaprio'nun karizmasına sahip bir dostumdu. Gözleri, ormanın derinliklerindeki yeşillik gibi parıldar, saçları güneşin altın ışıkları gibi parlar, yüzü ise bebek cildi gibi pürüzsüzdü.
Babamın tabiriyle, o "yumurta gibi" bir çocuktu; saf, temiz ve masum. Bu lakap onu rahatsız etse de, annem onun bu saf halini yalnızken çok severdi. Ama biz bir araya geldiğimizde, annem dahil tüm mahalle çılgına döner, biz ise iki yaramaz çocuk gibi gülmekten yerlere yatar, bazen de dünyalar savaşı gibi çetin kavga ederdik. Bıçaklar, sopalar havada uçuşur, ama sonunda yine barışırdık.
İki yıl önce düğün çiçekleri açmıştı İsmail amcam ve Hanife ablanın bahçesinde, ama onların kökleri çok daha eskilere dayanıyordu. Bu sokaklar, annemin gençliğinin melodisi, babamın ise henüz bir fısıltı olduğu zamanlardı.
Yanı başımızda, anneannemin huzur dolu gölgesi vardı. Annemle Hanife abla, ömür boyu sürecek bir dostluğun içinde, birbirlerine can yoldaşıydılar. Bu evlilik, annemin aşk doktorluğundaki ilk başarısıydı.
Utku ve yazlıkçı Hüma, bu mahallenin dar sokaklarında, çocukluğumuzun serin sularında ve paylaştığımız un kurabiyelerinin tatlı anılarında birlikte büyüdüğümüz can dostlarımdı.
Hüma'nın dönüşü her an olabilirdi. Utku ise, İstanbul'un sanat dolu rüyasında, görsel sanatlar öğretmenliğinin son demlerini yaşıyordu. Geçen yıl göz kamaştıran bir sergi açmış, binlerce sanatseverin gönlünü fethetmişti. O, hem bir sanat ustası hem de yaramaz bir çocuk ruhuna sahipti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
𝑃𝑅𝐸𝑆𝑇𝑂
Lãng mạnKayıp bir aşkın yankıları, piyanonun siyah beyaz tuşları arasında hüzne dönüşen melodilerle dolup taşar... "Bir piyanist, bastığı tuşlarda hayatını arar..." "Bir şair, şiirdeki dizelerin sahibini..." Ne sen bulabilirdin beni kalabalıkta, Ne ben ar...