WREN
ÇİFT KANATLI KAPILAR ardımdan kapanırken başımı geriye çevirdim ve opak camın el verdiği kadar Crew Lancaster'ı görmeye çalıştım. Görebildiğim tek şey koyu sarı saçlar ve arkadaşlarının kafalarıydı.
Crew'ın yaptığı gibi gözümü korkutmuyorlardı. Malcolm, açıkça muzip yanları olan büyük bir çapkındı. Ezra ise hep gülecek bir şeyler arardı.
Crew'a gelecek olursak o da yalnızca bir yerde dikilip surat asardı. Olayı buydu.
Bundan hiç hoşlanmıyordum.
Düşüncelerime, özellikle yakışıksız sayılabilecek son kısma karşı kaşlarımı çattım ki normalde böyle şeyler düşünmezdim.
"Wren, bugün öyle yemeğinde bizimle oturacak mısın?" diye sordi, kızlardan biri.
Ah. Crew'la ilgili düşüncelere dalınca etrafımda olup bitenleri unutmuştum. Tıpkı beni gittiğim her yerde takip eden dört birinci sınıf öğrencisini unuttuğum gibi.
Baba öğle yemeğini soran kıza hafifçe gülümseyerek, "Çok üzgünüm ama bugün, öğle yemeği sırasında katılmam gereken bir toplantı var. Belki başka sefere," diye cevap verdim.
Onları reddettiğim için yaşadıkları hayak kırıklığı elle tutulur cinstendi, buna rağmen gülümsedim. Hepsi isteksiz olarak aynı anda başlarını salladıktan sonra, birbirlerine bir bakış atarak bana hiçbir şey söylemeden yanımdan uzaklaştılar.
Sadece var olmak dışında hiçbir şey yapmazken bir hayran kitlem olması tuhaftı.
Kesik bir nefes verdikten sonra koridorda ilerlemeye başladım. Bu kızların bilinçsizce omuzlarıma yükledikleri yük, kimi zaman üstesinden gelemeyeceğim bir şeymiş gibi hissettiriyordu. Beni o kadar yüksek bir kaidenin üzerine görüyorlardı ki hiçbir şey beni oradan indiremezdi. Hepsini hayal kırıklığına uğratma ihtimalim vardı fakat bu isteyeceğim son şeydi. Onların da isteyeceği son şey buydu.
Sürdürmem gereken bir imajım vardı ve bu bazen...
İmkânsızmış gibi hissettiriyordu.
Birçok kızın rol modeli olmanın getirdiği bir sürü sorumluluk vardı. Bu kızların çoğu zengin ailelerden geliyordu. Uyum sağlamak ve bir yere ait hissetmek isteyen kızlardı. Normal hissetmek, tipik bir lise deneyimi yaşamak istiyorlardı.
Yalnızca sosyetedeki üst kademe insanların bulunduğu seçkin bir özel okula gittiğimiz doğruydu, bu yüzden hayatlarımızda normal denebilecek hiçbir şey yoktu. Yine de... Elimizden geldiğince bu durumu daha da normalleştirmeye çalışıyorduk çünkü diğer herkes gibi bizim de bir kısmımız acı çekiyordu. Öz saygı sorunları ve çabalarımızın yanı sıra ailemizin, arkadaşlarımızın ve öğretmenlerimizin bize karşı olan beklentileri... Görülmüyormuş, tanınmıyormuş gibi hissediyorduk.
Ben de öyle hissetmiştim.
Bazen hâlâ hissediyordum.
Şu an hayatımın amacı, başka insanların kendilerini rahat hissetmelerini ve belki de kendilerini bulmalarını sağlamak konusunda onlara yardım etmekti. Küçükken hemşire olabileceğimi düşünsem de babam benimle konuşup bu mesleğe ve hemşirelerin aldıkları sözde maaşa karşılık çok fazla çalıştıklarına dair bir nutuk çekmişti.
Ona göre sözde maaştı. Harvey Beaumount zengindi. Daha otuzlarınıb başındayken babasının gayrimenkul işini devralmış ve oldukça başarılı olmuştu. Şimdiyse bir milyarderdi. Tek kızının hemşire olması, ona ve Beaumont adına çok aşağı kalırdı.
Bu aklımdan bile geçiremeyeceğim bir şeydi. Ne istediğimin önemi yoktu.
Ne yaparsam yapayım, önce ondan izin almam gerekiyordu. Onun tek çocuğu, tek kızıydım ve doğru kararlar vereceğime asla güvenmiyordu.
İlk dersimin olduğu sınıfa doğru ilerlemeye başladım, İleri Seviye İngilizce. Son senemizde yalnızca yirmi kişinin bu dersi almasına izin verilmişti ve tabii ki Crew de oradaydı. Lancaster Koleji'ne başladığımdan beri onunla birkaç ortak dersim olmuştu ama ne yanına oturmuş ne de doğrudan onunla konuşmuştum ki bu benim tercihimdi.
Hatta onunla hiç iletişim kurmamıştım. Beni izlediği zaman, yüzüne yayılan o varla yok arası sinsi ifadeye bakılırsa benden pek hoşlandığını sanmıyordum.
Ve beni çok sık izliyordu.
Nedenini anlamıyordum. Onunla mümkün olduğunca göz teması kurmaktan kaçınsam da nadiren ona baktığımda, buz mavisi gözlerinde iğrenme dışında hiçbir ifade görmüyordum.
Nefret dışında hiçbir şey yoktu.
Neden? Ona ne yapmıştım ki?
Crew Lancaster çok fazlaydı. Çok huysuz, çok karanlık, çok sessiz. Çok yakışıklı, çekici ve zeki. Bakışları üzerimdeyken kendimi tuhaf hissediyordum ve bu hiç hoşuma gitmiyordu. Tüylerim ürperiyor, garip oluyordum. Sadece onun yakınlarındayken hissettiğim bu his benim için akışılmadık, anlam taşımayan bir histi.
İngilizce dersinin olduğu koridora girdiğimde, sınıfa erkenden gitmek için hevesliydim. Çünkü orta sırada en öndeki yerimi kapmak istiyordum. Arkadaşlarım sınıfa girdiklerinde hep yanıma geçmelerini sağlıyordum, böylece canımı sıkacak kimse yanıma oturmuyordu. Crew gibi.
Eğer bana yakın oturma şansı olsa, bunu yapacağını bilecek kadar onu tanıyordum. Hem de sırf beni sinir etmek için...
Bundan keyif alabileceğini düşünüyordum.
Öğretmenimiz Bay Figueroa, oturacağımız sıraları belirlememişti ve sınıfa karşı çok rahat bir tavır takınıyordu. Son sınıf olduğumuz ve okul başlamadan önce bu ileri derece dersi almak için tek tek seçildiğimiz düşünülürse, yaramazlık yapacağımızı ya da sorun çıkaracağımızı düşünmüyordu. Hiçbir kısıtlama ve sınır olmadan sadece "genç beyinlerimizi yoğurmak" gibi bir amacı olduğundan bahsediyordu. En sevdiğim öğretmenimdi ve bana bahar dönemi için yardımcısı olmamı teklif etmişti.
Tabii ki hiç vakit kaybetmeden kabul etmiştim.
Sınıfa girdiğim an Figueroa'yı biriyle sarmaş dolaş görünce aniden duraksadım. Bir öğrenciydi; çünkü üniformanın ekoseli eteğini ve mavi ceketini giyiyordu. Saçları tanıdık koyu kestane rengiydi ve Figueroa onu dürttüğünde hızla kollarından uzaklaşarak bana döndü.
Maggie Gipson. Arkadaşım. Yüzü, kurumaya yüz tutan gözyaşlarıyla sırılsıklam olmuştu ve burnunu çekerken bana bakıyordu. "Ah, selam Wren."
"Maggie." Ona doğru giderken Fig'in bizi duyamayacağı şekilde sesimi alçalttım. Erkekler arkasından bu lakapla dalga geçselet de öğretmenimiz ona bu şekilde seslenmemizi istiyordu. Kızlarla olan ilişkisini tüm erkeklerin kıskandığını fark etmiştim. "Sen iyi misin?"
"İyiyim." Tekrar burnunu çekerken başını salladı. Bu, bana hiç de iyi olmadığını gösteriyordu ama şu an üstünr gidemezdim. Sınıfta olmazdı. "Sadece... Dün gece Franklin'le başka bir tartışma daha yaşadık."
"Ah, olamaz. Üzgünüm." Franklin Moss, onun bir ayrılıp bir barıştığı erkek arkadaşıydı ve çocuk fazlasıyla ısrarcıydı. Sürekli Maggie'yi kendisiyle cinsel şeyler yapması için zorluyordu. Maggie'nin de ona içinden gelerek hayır diyebilmesi için kendine güvenmesi gerekiyordu.
Ama ona hiç hayır diyemiyordu. Onunla çoktan birka kez cinsel ilişkiye girmişti ki bunun bir önemi yoktu. Çocuk, Maggie'nin istediği şekilde onu sevmiyordu.
Bence bunun sebebi Maggie'nin çok çabuk pes etmiş olmasıydı, tabii bu konuda beni dinlemezdi. Üçüncü sınıfa geçtiğimizde seks alıp başını yürümüştü ve arkadaşlarım tek tek kendilerini, onlara yalvaran erkekler uğruna feda etmişlerdi. Babam bu durum için o kelimeleri kullanıyordu. Feda etmek.
Çoğunun elinde kırık kalplerinden başka bir şey kalmamıştı sık sık yaptıkları gibi bana yakındıklarında dilimin ucuna gelen "Ben söylemiştim," cümlesini zar zor bastırnıyordum. Tabii, artık bastırmıyordum.
Bu konuda ne hissettiğimi biliyorlardı. Ne söyleyebileceğimi biliyorlardı. Gerçeği duymaktansa benden kaçmayı tercih ediyorlardı.
"İyi olacaksın, Maggie. Başını dik tut," dedi Fig. Ses tonu yumuşaktı ve Maggie'ye bakarken gözleri parlıyordu.
Fig'e ve birbirlerine bakışlarına odaklandığımda ensemdeki tüyler diken diken oldu. Söylediği șey, arkadaşıma bakışı çok tanıdıktı.
Çok fazla tanıdık.
Diğer öğrenciler içeri girmeye başladığında, neşeli sesler gürültülerini bastırıyordu. Sırama yerleşip sırt çantamı açarak not defterimi ve kalemimi çıkardım. Derse hazırlanıyordum. Maggie de aynısını yaparken bakışlarını masasının etrafında dolanıp yerine yerleşen Fig'den hiç ayırmamıştı. Birkaç kız Fig'le konuşmak için yanına yaklaştığında, onun söylediği bir şeye kıkırdadılar, sesleri kulak tırmalıyordu.
Maggie onu izlerken gözlerinde gördüğüm şeyin kıskançlık olup olmadığını merak ediyordum. Hımm.
Bu hoşuma gitmemişti.
Zil çaldığında Malcolm ve Crew her zaman yaptıkları gibi sınıfa girdiler. Bazen geç kalsalar da Fig, onları hiçbir zaman geç kaldı olarak işaretlemiyordu.
Crew'la göz temadı kurmak istemediğim için son anda bakışlarımı kaçırmıştım; ancak beni yakalamıştı ve soğuk mavi gözleri benimkilere nüfuz ediyordu. Ona biraz fazla baktığım için ağzım kurumaya başladı.
Crew'a bakmak, tıpkı bir kapana kısılmak gibiydi. Bir bakışıyla, ne kadar güçlü olduğunu fark etmek neredeyse korkutucuydu.
İsmi binada yazıyordu. Ailesi yüzlerce yıldır Lancaster Koleji'nin sahibiydi. Bu okuldaki en ayrıcalıklı öğrenci oydu. Ne isterse alırdı. Kızların hepsi, ondan bir parça koparmak istiyor gibiydi...Okuldaki tüm erkekler onun arkadaşı olmak isteseler de o, hemen hemen herkesten uzak duruyordu. Bir sürü kızdan da.
Bunu kabul etmekten nefret etsem de Crew ve ben, az da olsa birbirimize benziyorduk. İkimiz de farklı yollarla günümüzü tamamlamak istiyorduk. O acımasız ve inatçıyken ben daha fazlasıydım. Karşılaştığım herkese karşı nazik olmaya çalıştığım için herkes daha fazlasını almak için ona dönüyordu.
Garipti.
Sonunda bakışlarımı Crew'den çektiğimde Fig, yazı tahtasının önüne geçmişti. Gür sesi dikkatimi dağıttı. Okuyacağımız kitap Muhteşem Gatsby ile ilgili derse hazırlık yapıyordu. Daha önce hiç Fitzgerald okumamıştım ama okumayı iple çekiyordum.
"Wren, dersten sonra biraz bekler misin? Derse giriş kağıdını alman gerekiyor." Bay Figueroa bunu söyledikten sonra, bizim için seçtiği kitabın yıpranmış kopyasını bana uzattı.
"Tabii." Başımla onaylayarak gülümsedim.
O da gülümseyerek bana karşılık verdi. "Güzel. Yapmanı istediğim birkaç şey var."
Uzaklaşmasını izlerken meraklanmıştım. Benimle ne hakkında konuşmak istiyordu ki? Sömestr tatiline hâlâ üç haftamız vardı ve bu da bahar dönemindeki öğretmen yardımcılığına başlamam için bir ayım olduğu anlamına geliyordu.
Konuşmanın nereye gideceği konusunda pek emin değildim.
"Ne istiyor ki?"
Kıstığı gözleriyle beni izleyen Maggie'ye baktım. "Fig'den mi bahsediyorsun?"
"Evet, Fig'den bahsediyorum. Başka kim olacaktı?" Ses tonu öfkeliydi. Sanki kızmış gibiydi.
Sandalyeme doğru yaslanarak aramıza biraz mesafe koydum. "Dersten sonra kalmamı istedi. Benim halletmemi istediği birkaç şey varmış."
"Muhtemelen benimle ve gördüğün şeyle alakalıdır." Maggie'nin ifadesi kurnaz bir hâl almıştı. "Senden bunu gizlemeni isteyecektir. Kimsenin bilmesini istemiyor."
"Neyi bilmesini?" Kastettiği şeyi tabii ki anlamıştım ama Maggie'nin öğretmenlerimizden biriyle ilişkisinin olması mümkün değildi, öyle değil mi? Bir yıldan fazladır Franklin'le birlikteydi. Son zamanlarda çok tartışsalar da oldukça ciddilerdi. Maggie, ilişkilerinin her açıdan fazla tutkulu olduğunu ve bu yüzden doğru tercih yaptığını söylüyordu.
Neden eşit ölçüde hem nefret ettiğiniz hem de sevdiğiniz bir adamla olmak isterdiniz ki? Bunun benim için hiçbir anlamı yoktu.
"Arkadaşlığımız hakkında, şapşal." Fig'in masasına dönmesini izlerken yüzünde hayalperest bir ifade vardı. Bu ifadeyi genelde öğretmenimize değil, sevgilisine bakarken takınırdı. "İnsanlar anlamaz."
"Anlamayacağımın farkındayım," diye cevap verdim.
Maggie buna kahkaha attı. "Mecazen söyledim. Farkında mısın bilmiyorum ama bazen yargılayıcı olabiliyorsun."
Alınmıştım. "Seni yargıladığımı mı düşünüyorsun?"
"Bazen." Maggie omuz silkti. "Yaptığın her işte çok iyisin ve herkesin aynı standartlarda olmasşnı bekliyorsun ki bu imkânsız. İyi notların var ve hiç sorun çıkarmadın. Öğretmenler de diğer personeller de sana tapıyor. Eline geçen her fırsatta gönüllü olarak yardımlara katlıyorsun ve küçük kızlar senin hiç yanlış yapmayacağını düşünüyor."
Bunların hepsi iyi birer özellik değil de birer hataymış gibi söylemişti.
"Benim hakkımda ne düşünüyorsun?" Duyacağım şeyin hoşuma gideceğini düşünmediğim için kendimi toparladım.
Dikkatle beni izlerken iç çekti. "Tüm hayatı boyunca başkaları tarafından korunmuş çok nahif bir kız olduğunu düşünüyorum. Gerçek dünya senden intikamını aldığında büyük bir şoka gireceksin."
Zil tam o an çaldığında Maggie hiç duraksamadı. Yerinden kalkıp sırt çantasını aldı ve kitaplarını içine atarak tek bir kelime daha etmeden kaçtı. Bana ya da Fig'e veda etmemişti bile.
Öğrencilerin kalanı, hatta bana doğru bakmayan Crew bile yavaşça sınıftan çıktı.
Crew çıkarken Malcolm'a sırıtmakla fazlasıyla meşguldü.
Tabii ki ne olduğuyla ilgilenmediğim bir konu hakkında.
Sıramda beklerken bir anda Bay Figueroa'nın benimle ne konuşabileceği konusunda gerilmeye başladım. Sırt çantamı sırama koymuş, Muhteşem Gatsby'yi ön cebine yerleştiriyordum. Hızlıca telefonuma baktığımda babamdan bir mesaj geldiğini gördüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Milyon Öpücük
RomantikWren Beaumont birçok şeydi. Güzel. Akıllı. Tatlı. Masum. Lancaster Koleji'ndeki kızlar onu seviyor ve hepsi arkadaşı olmak istiyordu. Sadece ben, Wren'i olduğu gibi görebiliyordum. Hislerini, patlayacak raddeye gelene kadar içine bastırmış küçü...