BÖLÜM: IV

2.3K 25 7
                                    

Crew

WREN BEAUMONT KARŞIMDA taş kesilmişti.
Sırasından fırlayıp Bayan Skov'un masasına yaklaşırken, benimle çalışmaktan kurtulmaya çalıştığını biliyordum. Bunu söylemek zor değildi. Sınıftaki herkes yerlerini değiştirip proje partnerleriyle bir araya gelirken ben tek başıma öfkeli bir şekilde oturuyordum.
Beni aptal durumuna düşürüyordu, ne için? Ona bok gibi davranacağımı düşündüğü için mi? İşleri daha da kötüleştirdiğinin farkında değil miydi? Ne yaptığının farkına varamayacak kadar kendi endişesine sarılmıştı.
Tipik bir tavır.
Art arda Skov'un masasından uzaklaştığımızda Wren, kendi sırasına yaklaştı. Dudaklarımı araladığımda oturmak üzereydi.
"Önde oturmak istemiyorum."
Güzel yüzü hemen asıldı. Bunu inkâr etmem mümkün değildi. Wren Beaumont güzeldi. Tüm kötülüklerden korunmuş, erdemli küçük kızlar ilginizi çekiyor mu bilmem ama belli ki benim çekiyordu. Bana görelerdi. "Nedenmiş?"
"Arkada oturmayı tercih ederim." Başımla arka tarafta boş duran sıramı işaret ettim.
Başını çevirerek bana ait olan boş sırayı inceledi. Omuzları yenilgiyle düştü. "Tamam."
Zaferle göğsüm kabardığı sırada defterini ve sırt çantasını aldı, bakışlarım bacaklarına doğru kaydı. Bana göre çok uzun bir etek giyiyordu ve bugün diz üstü beyaz çoraplarını giymeyi tercih etmişti. Çok fazla şey görebildiğim söylenemezdi. O aptal Mary Janeler ayağındaydı ama bu sefer her zaman giydiği Dock marka değildi. Başka markaya ait bir modeldi, zarif ve parlak görünüyordu.
Küçük Bayan Bakire bunları değiştirmişti demek. Güzel.
Onu arka tarafa doğru takip ederken düz bir çizgi hâlindeki omuzlarını ve sirtına dökülen parlak düz kahverengi saçlarını süzüyordum. saçını bir çocuk gibi ön taraftan birer parça halinde alarak. arkada beyaz bir kurdeleyle topłamıştı. Bense yine, acaba kimseyle öpüşmedi mi diye merak ediyordum.
Muhtemelen öpüşmemişti. Mümkün olduğunca tatlı ve masumdu, parmağında babasıma evlenene kadar saf kalacağının sözünü verdiği elmas bir yüzük vardı.
Bunu neden bu kadar çekici bulduğumu bilmiyordum ama buluyordum. Onu dağıtmak istiyordum. Perişan etmek istiyordum. Onu gerçekten bana bağımlı olup da tüm bekâret sözlerini unutana kadar becermek istiyordum. Bu tatlı, masum kzı mahvetmek bir eğlence gibiydi.
Bir meydan okuma.
Bir oyun.
Zarafetle yanımdaki boş sandalyeye yerleştikten sonra defterini gürültülü bir şekilde siraya biraktı. Yanına oturarak arkama yaslandınm. Bacaklarımı genişçe açtığımda ayağım yanlışlıkla onunkine değdi.
Wren, sanki tutuşmuş gibi hızla ayağını geri çekti. "Bir defter çıkaracak mısın?" diye sordu.
"Ne için?"
"Benimle röportaj yapmak için. Soru sormak için. Not almak için değil."
"Skov, birbirimizi tanıyacağımızı söyledi. Bu, projenin ilk günü. Hâlâ çok vaktimiz var." Bu hatunun sakinleşmesi gerekiyordu.
"İyi bir iş çıkartmak istiyorum," dedi, bakışları önündeki boş sayfaya odaklanmıştı. "İyi bir not almak istiyorum."
"Ben de öyle. Alacağız da. Endişelenme."
"Her şeye böyle mi yaklaşıyorsun?" Başını kaldırdığında yosun rengi gözleri benimkilerle buluştu. Üç yıldır aynı okula gidiyor olmamıza rağmen Wren'le hiç bu kadar yakın oturduğumu sanmıyordum ve o mükemmel gözleri beni şaşkına çevirmişti. "Endişelenme. Kafanı yorma tarzında?"
"Evet," dedim duraksamadan. "Bununla ilgili bir sorun mu var?"
"Ben bu şekilde hareket etmiyorum. İyi notlar almak ve beş olan ortalamamı korumak için çok çalışıyorum."
Bunu bilerek söylemişti. Bakirenin biraz gerilmesi bile büyük olaydı.
"Ortak bir noktamız var," dediğimde kaşlarını
çattı.
"Ne?"
"Benim de ortalamam beş." İkimiz de ilk senemizden beri ileri derece dersler alıyorduk.
Yüzüne yayılan güvensizligi gözden kaçırmam mümkün değildi. "Gerçekten mi?"
"O kadar şüpheci olma. Bu doğru" Omuz silktim.
"Seni hiç ders çalışırken görmedim."
"Aynı yerlerde takılmıyoruz. Ben de seni hiç ders çalışırken görmedim."
Haklı olduğumu bildiği için hiçbir şey söylemedi. Kesinlikle aynı yerlerde ve aynı kalabalığın içinde takılmıyorduk.
"İyi not almanın arkasındaki tek sebebin soyadın olduğuna eminim," diye cevap verdi.
Vay canına. Küçük Bayan Bakire fırsatı değerlendirmişti.
"Lancaster olduğum ve Lancaster Koleji'nde okuduğum için mi ortalamamın beş olduğunu düşünüyorsun?" Bana bakmaya cesaret edebildiğinde tek kaşımı kaldırdım.
Bakışlarını kaçırıp başını eğdi. "Belki."
"Alındım." Başını kaldırdım, ifadesi tamamen vicdan azabından ibaretti.
"Ben aptal değilim, Küçük Kuş".
"Küçük Kuş mu?"
"İsmin bir kuş ismi". Bulduğum lakap
çok orjinal olmasa da bana bazen bunu çağrıştırıyordu. Daldan dala konan küçük tatlı bir kuş. Herkese cıvıldayan, tiz ve ahenkli sesi olan bir kuş.
"Senin ismin de bir spor dalı. Ben de sana öyle mi seslenmeliyim? N'aber, Koca Spor?" Gözlerini devirdi.
Hah. Espri kabiliyeti de vardı demek. Bunun mümkün olacağını hiç düşünmezdim. Her zaman kampüste gezerek çıkan sorunlara karşı avukatlık yapıyordu. Bana kalırsa, genç zengin kadınlarn düştüğü kötü durumlar hiç ilgi çekici değildi. Bir avuç bakire birinci sınıf kız umurumda değildi. Onun kadar değildi.
"Bana istediğin şekilde seslenebilirsin," dedim. "Şerefsiz. Dangalak. Ne istersen. Benim için fark etmez."
İfadesinde hiçbir tereddüt yoktu. Bana bakarken kıstığı yeşil gözlerinden resmen alevler fışkırıyordu. "İğrençsin."
"Ah, benim hatam. Argo konuşmadığını unutmuşum."
"Pis şeyler söylemeden de derdini anlatmak mümkün. Küfür kesinlikle gereksiz."
Pis kelimesini söylerken ki resmi ses tonu oldukça tahrik ediciydi. Benim için çok yanlış bir anlama geliyordu.
"Bazen siktir kelimesini söylemek gerçekten rahatlatıcı oluyor." Soracağım sorunun cevabını bilsem de durdum. "Daha önce hiç söylemiş miydin? "
Başını hızla iki yana salladı. "Hayır. Bana sorarsan aralarındaki en kötü kelime bu."
"Bilmiyorum. Daha edepsiz kelimeler olduğunu düşünüyorum." Kelimeler dilimin ucuna gelse de kendimi tuttum.
Zar zor.
Yüzünü asmıştı ve bu çok sevimliydi. "Şaşırmadım. Sen ve arkadaşların son derece edepsizsiniz."
"Sen ne kadar yargılayıcı küçük bir bağnazsın öyle?"
Wren, gözlerini kırparken ifadesi kırgın görünüyordu. "Bana bugün yargılayıcı olduğumu söyleyen ikinci kişisin."
"Hım, bunu bir işaret olarak kabul etmelisin." Bir şey söylemediğu için devam ettim, "Belki de biraz yargılayıcısındır."
"Beni tanımıyorsun bile," diye cevap verdi. Alındığı ortadaydı.
Hiçbir şey söylemeden sadece ona baktım
Onu kıvranırken izlemek bir zevkti. Karşımda kesinlikle kıvranıyordu.
Herkesin tapınması gereken o küçük prensesin hataları yüzüne vurulmuştu, birkaç kez. Bundan hoşlanmadığına emindim.
Kim hoşlanırdı ki?
"Bu böyle olmayacak." Yerinden kalkarken tüm bedeni titriyordu. Ellerini yumruk yapmıştı. "Senin partnerin olamam."
Bakışlarımı kaldırırken şaşkındım. "Bu kadar çabuk mu pes ediyorsun?"
"Senden hoşlanmıyorum. Sen de benden hoşlanmıyorsun. Birlikte çalışmanın anlamı ne? Bayan Skov'la dersten sonra tekrar konuşacağım. Beni dinler."
"O kadar da emin olma." Lanet olsun, onunla uğraşmak eğlenceliydi. İşimi kolaylaştırıyordu.
"Natalie'yle çalışmayı tercih etmez misin?"
"Hiç de bile." Yüzümü buruşturdum. "Çok sığ. Kaba. Kendi dışında hiçbir şeyi siklemiyor."
Siklemek kelimesinin dudaklarımda döküldüğünü duyduğunda Wren'in yüzüne yayılan o üzgün ifade komikti. Bu kızın cidden sorunları vardı.
"Kulağa tanıdık geliyor." Ses tonu kibirli ve sakin gelse de sesindeki o küçücük titremeyi yakalamıştım. "İkiniz çok iyi anlaşırsınız. Onunla çıkmamış mıydın?"
"Birkaç kez onu becerdim." Ne tepki vereceğini görmek için bunu bilinçli olarak söylemiştim. Wren'in alınmış gibi duran ifadesi o kadar aşırıydı ki gözyaşlarına boğulabilirdim. "Ciddi bir şey yoktu."
"Bu iğrenç."
"Hayır Küçük Kuş, bu normal. Hormonları olan ergenleriz. Elimize geçen her şeyi becermemiz bekleniyor. Senin hiç fikrin olmasa da..." Bu absürt konuşmaya başladığımız andan beri zihnimde dönen o soruyu sormaya karar verdim. "Daha önce hiç öpüştün mü?"
Çenesini kaldırdı. Yerinden fırlamaya hazır gibi duruyordu. Koşmasını bekledim ama beni şaşırtarak yerinde durdu. "Bu seni ilgilendirmez."
Cevabın hayır olduğu belliydi.
Tekdüze bir şekilde, anlamsız hayatından bahseden Natalie'nin işkencesine maruz kalan Sam Schmidt'e baktım. Buradan bakınca çok da acınası bir durumdaymış gibi değildi. Natalie'nin hareket eden parlak dudaklarına bakmakla meşguldü. Geçen sene Wren'i baloya bu çocuk getirmişti. İki sıkıcı insan olarak muhtemelen sıkıcı bir vakit geçirmişlerdi.
Derinlerimde yükselen kıskançlığı bastırdım. Sam'i nasıl kıskanabilirdim? Hem de onunla dans ettiği için? Ellerini ona sürdüğü için? Bu kız ona gülümsediği ve tüm gece onunla konuştuğu için?
"Peki ya Sam?"
Wren, sanki söylediğim şey onu incitmiş gibi irkildi. "Ne olmuş Sam'e?"
"Balo gecesi seni öpmeye yeltenmedi mi?" Bunun Wren'in rüyalarla dolu, romantik beklentilerini karşılayacağından emin olsam da Sam'in hiç de romantik olmadığını düşünüyordum. O çocuk bunun için fazla hayal âlemindeydi.
Şerefsiz, korkunç derecede akıllıydı.
"Sam'in baloda eşim olduğunu nereden biliyorsun?"
Eğer beni ve bu konuşmayı bırakıp gitmek isteseydi çoktan gitmiş olması gerekirdi. Neredeyse gidiyordu. Neredeyse.
"Burası küçük bir okul ve sınıfımız da küçük. Herkes, herkesi tanıyor." Duraksayarak onu süzdüm. Ceketinin altında memelerinin gerdiği gömleğine bakarken dansta giydiği büyüleyici mütevazı elbiseyi düşündüm, göğüsleri iriydi. "Benim, kiminle gittiğimi hatırlıyor musun?"
"Ariana Rhodes," dedi hiç vakit kaybetmeden. Kelimeler ağzından çıkar çıkmaz alt dudağını ısırmıştı.
"Gördün mü?" Başımla onu işaret ettim. "Diğer herkesin ne yaptığını hep biliyoruz."
"O zamanlar Ariana'yla arkadaş olduğum için biliyorum," dedi.
Zavallı Ariana. İkinci sınıfın ardından ülkeyi terk etmiş, hiçliğin ortasındaki kırsal bir kasabada uzaktan eğitimini tamamlaması için İngiltere'ye sürülmüştü. Yetenekli bir ağzı olan sıkıntılı bir kızdı. Küçük uyuşturucu sorunu, geçen yaz fazla büyümüştü. Anne ve babası işler kötüleşmeden onu buradan hızla postalamışlardı.
"Belki artık arkadaş olabiliriz," diye önerdim. Sesim kendi kulaklarıma bile fazla şeytani geliyordu.
"Hiç sanmıyorum. Dediğim gibi dersten sonra Bayan Skov'la konuşacağım." Çantasını omuzuna attı. "Hazır ol. Muhtemelen yarın Natalie'yle eşleştirilmiş olacaksın."
"Seni özleyeceğim, Küçük Kuş." diye seslendim arkasından.
Bir şey söylemeye gerek duymadı. Bana dönüp bakmamıştı bile.
Skov'u bizi ayırması için ikna edebileceğini düşünse de bu işe yaramayacaktı. Skov'u tanıyordum ve içten içe Wren'i de tanıyordum. Öğretmenimiz kararını vermişti. İşler böyle yürüyecekti.
Wren'in hoşuna gitse de gitmese de.

Bir Milyon ÖpücükHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin