Ölüm size ulaştığında dakikasında üzülmüyordunuz. Önce içinizde birşeyler yıkılıyordu. Bir şehir sessizce sallanıp paramparça oluyordu ve siz günler haftalar hatta yıllar sonrasında onun gümbürtüsü ile yıkılıyordunuz.
Kumaşlara sarılıp tıpkı doğduğunuz andaki gibi tekrar uğurlanıyordunuz, kimse anın büyüsünü bozmak istemez gibiydi ama işler böyle yürümüyordu.
Ellerini tuttuğumdaki soğukluğu hatrımdan silemiyorum, ne gülümsüyor ne de hüzünlü. Günün doğmasını bekleyememiş, yorgunluğa yenik düşmüş gibi. Kavrayamayacak kadar küçük olmam da işin trajik yanı mı denmeliydi yoksa umursamaz durduğum mu söylenebilirdi.
Bana bakıyorlar, artık aramızda olmadığını söylüyorlar. Yalanlarla yıkımımı engellemek için uğraşmıyorlar bile. Sabahın köründe apar topar yola koyulmanın verdiği mahrum yorgunluk yüzünden gözlerimi açamıyorum.
Elimden tutmuyorsun, bana bakmıyorsun, gülümsemiyorsun, nefes almıyorsun... Aklımdaki bir avuç anıyla hiçbir seyircinin izleme zahmetine girmediği sahnenin ortasına yığılıyorum.
Okulun kucaklamasına mağruz kalıyorum ve bana anlayış göstermiyorlar, bunu açık bir dille söylediğim için özür diliyorum anne ama bana tahammül bile etmiyorlardı ve iliklerime kadar hissettim. Bana desenlerim için teşekkür etmiyorlardı ve yine özür dilerim ki ihmal edilmişliği çabucak kabullendim.
Beni bıraktığında büyümek zorundaydım ve evime dönmek zorundaydım. Fazla geçmedi, bir ay bile olmamıştır ki sana dair herşeyi babam yok etti. Yok olduğunu söylüyorum ama bana bakışlarında senden kalan tek şey ben gibiydi. Sırada yok olması gereken bir ben varmış gibiydi.
Kendimi yok etmeye yine kendi ayaklarımla gidecektim.
Ta ki biri elimden tutana kadar. Anlam veremedim, arkamı dönmedim ve bir süre sadece durdum. Kamyonun kapısını tutan parmaklarım duraksadı.
"Ağlıyorsun."
Dedi. Cevaplamadım;
"Ağlamandan nefret ediyorum."
Neden böyle yıkılmış bir tonda konuşmak zorundaydın, tanrım. Beni mahfeden bir diğer şey de sensin.
"Kimin umrunda."
Olabildiğince ters bir ton, bana uymayan ama elimden gelmeyecek bir sakinliği neden yansıtlamıyım ki.
"Uykuna dön."
Bir hışımla elimi çekiyorum, kaba olmaktan nefret ediyorum. Hemen şimdi bana bağıracaksın, küfürler savurup siktirip gitmemi isteyeceksi-
"Izuku."
Siktir....
"Kes sesini."
dehşete kapıldığımı itiraf ettiğim bakışlarımı sana çevirmekle hata ediyorum. Şehrim yıkılıyor anlamıyor musun? Sadece yalnız bırakamıyor musun...? Neden bana sarılıyorsun...?
"Asla beni susturamazsın. Kafanın içine gireceğim ve beni kovamazsın."
"Yine ne- Saçmalıklarını istemiyorum! Seni istemiyorum! Bu şekilde adımı duymak istemiyorum!!! Artık beni izlemeni istemiyorum!?"
Seni itmem hiçbirşey değiştirmiyor, daha da sıkıyorsun kapıyı tutan parmaklarımı geri çekiyorsun, hiç senlik değil.
"Beni yeterince öldürmedin mi!? Bana yeterince gülmedin mi!-
Bunlar ne saçma kelime oyunları... Ne kadar çaresiz..
"Tanrım ne öldürmesi!? Seni yeniden tanımama izin ver! Siktimin boktan anılarınla değil!? Izuku'yu tanımama izin ver!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DEKUBAKU - BURNT
Fanfiction"Ben bu dünyadaki ölü adamdım. Bebeğim daha önce buradaydım. Vahşetinin içinde güzellik vardı." Şiddet öğeleri sevmiyorsan okuma. Little angst DKBK S x Izu U x Katsu