Kimse seçmiyordu hayatını. Ne bedenini seçiyordu insan, ne o bedenin içine dolacak ruhun meşrebini; ne de nerede kimin yanın da dünyaya geleceğini...Bir seçim hakkı sunulsa sanırım sevgi dolu Muggle bir ailede doğmuş bir cadı olmayı ben olmaya yeğlerdim. En azından bir kimliğim olurdu, omuzlarıma ne sebeple yüklendiğini bilmediğim bunca yük altında ezilmek zorunda olmazdım.
Dumbledore birkaç ay önce çıkagelip "Dünyamız risk altında, Cecia kurtuluşumuzun önemli bir parçası olacak bu yüzden onu alıp kendi dünyamıza götürmem gerekiyor." dediğinde binlerce hayalim ve gerçekten kim olduğumu bulabilmeye dair umudum vardı. Şu an ise çığ gibi büyüyen bir bilinmezliğin altında eziliyordum.
Ailem hakkında bana yalan söylenmişti, sahireliğim gözardı edilmişti, bu konuda bana bir şeyler öğretebilecek tek bir insan yoktu yanımda ve buraya gelirken umduğumun aksine ne diğerlerinden daha farklı ve daha yetenekli bir cadı olabilmiştim ne de aileme dair ufacık bir bilgi kırıntısına ulaşabilmiştim. Artık bir şeyler öğrenmek için çabalamak bile yersiz geliyordu, ne kadar çabalarsam çabalayayım hep elimde kocaman bir sıfırla kalıyordum. Yalanıma inandığım dönem, hakikate ayıldığım döneme kıyasla çok daha huzurlu geçmişti...
İnsanlar neden her şeyi bilmek istiyor ki? Halbuki bildiğinin ağırlığıyla ezilir insan. Bildiğine ya teslim olur ya kurban. Kafamın içi çöplük gibi, ne düşüneceğimi bilemeden bata çıka ilerliyorum.
Lupin'in Animagus'lar hakkındaki sözleri bana ailem hakkında yeni bir ışık yaktı sanıp Yasak Saati'ni neredeyse ihlal etmeyi göze alarak kütüphaneye koşmuş ve bulabildiğim tüm kitapları toplamıştım. Epey meşakkatli ve karmaşık bir ritüelin ardından Animagus olunabiliyordu. Bir dolunaydan bir dolunaya kadar süren uzun ve yorucu bir ritüel.
Görülen o ki babam bunu başarmıştı, bir kuzgun formuna bürünüp beni ziyaret ediyordu ancak bu bir noktada çürüyen bir teoriydi çünkü Azkaban'dan kaçıp yanıma geldiyse yokluğu elbette anlaşılırdı. Azkaban'dan kaçtığına dair bir haber duyulmamıştı, üstelik Lupin beni onun güncel durumu hakkında bilgilendirip ölmeye yakın olduğunu söylemişti.
Hala titreyen bedenimi bir parça olsun ısıtmayan yünlü, yeşil battaniyeyi boynuma kadar çektim. Ortak Salon'daki rahat koltuklardan birinde şöminenin dibinde oturuyordum, kendime sıcak bir çay da demlemiştim ancak tüm uğraşlarıma rağmen aldığım soğuğun etkisi bir nebze olsun azalmamıştı. Yerimde huzursuzca kıpırdanırken kucağımdaki kitaplardan birkaçı büyük bir gürültüyle yere düştü, sakarlığıma içten bir küfür ederek kitapları almak için uzanırken güçlü ve kendinden emin adım sesleri işittim. Az önceki sakarlığım birinin uykusuna mani olmuştu anlaşılan.
Çok geçmeden siyah bir eşofman ve kapüşonlunun içinde, mahmur ancak elinden geldiğince tehditkar bakan gözlerle uzun boylu sarışın, merdivenin başında belirdi. Elinde içindeki ateşten cılız bir ışık yayan fenerle merdiven basamaklarını hızlı hızlı iniyordu.
"Crouch," dedi Malfoy uykusunun bölündüğünü belli eden çatallı ve derin bir sesle. "Hem kendini hem bizi uykudan mahrum bırakacak kadar önemli ne işin olduğunu ve neden bunu odanda değil de Ortak Salon'da yaptığını öğrenebilir miyim?"
Cevap vermeden eşyalarımı topladım, yerimden doğrulmaya çalıştım ancak bunun için fazla halsizdim.
"Gidebileceğini söylemedim Crouch." Malfoy kollarını bağlamış tepemde dikiliyordu. Kitaplarımın üzerinde gözlerini hızlıca gezdirdi ve ellerini arkada kavuşturarak üzerime doğru eğildi. "Ne işler çeviriyorsun sen? Animagus olmaya mı niyetlisin?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kızıl Sahire (Draco Malfoy Fanfiction)
FanfictionBir zamanlar bembeyaz olan teninin şimdi yer yer çökmüş haline ve morarmış gözaltlarına bakıyordum. Sevgilim hala çok güzel görünüyordu, bir mermer heykel kadar kusursuz... Islanmış kirpiklerini yeni yaşlar süslüyordu. Ellerimi tuttu. "Bunu yap...