"Amına koyayım senin Nâzım. Senin bugün dersin bile yok piç. Niye gidiyorsun fakülteye? Bok mu var fakültede? Şiir tarihi profesörünü mü özledin kancık? Hemen dön o yolu.. Buluşacağımız yere gel. Sırf sen de ol diye iki aydır erteleyip duruyoruz. Ama paşamız napıyor? Dersinin olmadığı gün fakülteye gidiyor... Sen mi gelirsin tıpış tıpış yoksa ben mi gelip ensenden tutup getireyim seni?"
Arsıl tüm gücüyle bağırırken telefonu kulağımdan uzaklaştırıp cebimden iyice eskiyen öğrenci kartımı çıkardım. Gişeye kartı okutup güvenlik görevlisine baş selamı verdiğimde adam gülümseyip kafasını eğdi.
Turnike dönerken çıkan gürültüyü duyan Arsıl yeniden bağırmaya başlamışken sesi kesildi.
Yiğit'in arkadan gelen sesiyle sustu."Orospu çocuğu, sen kimsin de şu cüssenle Nâzım'ı ensesinden tutup getireceksin? Ne anlatıyoruz biz bi haftadır? Adam üç kişiyi 29 dakikada kafese gömdü kafese. En son iki tanesi baygındı. Bir tanesi sürünerek çıkmaya çalışıyordu. Te allahım... "
"Sağol kardeşim. " diye homurdanıp telefonu kapattım. Arsıl bazı zamanlar deliriyordu. Hakkından da ancak Yiğit geliyordu.
Sağlam arkadaşlarım vardı ve sağlam arkadaşlıklarım ama sağlam bir ruhum yoktu. Huzursuzluk kanıma işlemişti sanki. Ne onların yanında ne de herhangi bir yerde rahat edebiliyordum. Kalbimin üstündeki taş sürekli ağırlaşıyordu. Sevdiğim insanların yanında olmak bile fayda vermiyordu.
Şifâsız bir hastalık gibiydi bu. Sapasağlam bir bedenin içinde sıkışıp kalmış, acı içinde kıvranan ruhun devâsı yoktu, çaresi yoktu.
Ben öyle sanıyordum. Uzun zaman sonra ilk kez huzur hissedene kadar öyle sanmıştım.
Fen-Edebiyat'ın ortak bahçesinde göz gezdirdim. Birini arıyordum. Varlığı, görüntüsü, sesi kalbime hoş gelen birini...
Derince iç çekip her zaman oturduğum banklara yürüdüm.
Yine tüm bahçe tıklım tıklım doluydu. Neşeli, cıvıl cıvıl sesler çıkaran kızlar ve yaşıtım erkekler her yere yayılmıştı. Hayır bu kadar mutlu olmayı, böyle gülmeyi nasıl başarıyorlardı çözemiyordum.
Ben banklara yaklaşırken oturan arkadaş grubu hızlıca boşalttı bankları. Boşalan yere oturup kafamı geriye yasladım.
Kafamın arkasında bir yer hafifçe sızlıyordu ve dün darbe alan göğsümün altındaki kalbim parçalara ayrılıyor gibi hissettiriyordu.
Kısık gözlerimle taş yolda ilerleyen çocuğu bulanık görüşüme rağmen tanıdığımda kafamın somut, kalbimin soyut acısı diner gibi oldu.
Beyazımsı sarı saçları rüzgarla sola sağa uçuşurken elindeki değneğini usul usul hareket ettirerek taşlı yolu yürüdü.
Bu kez kahvem yoktu, kokusunu fark edip burada olduğumu anlayamazdı. Banka yaklaşmadan önce son bir kez derince nefes alıp verdim.
Ellerimi kucağıma indirip değneğini kapatmasını, hâki renkteki bol pantolonunun içine koyduğu saten beyaz gömleği düzeltip masaya tutunmasını izledim. Gözleri bir anlık benim olduğum yere değdi, sonra bir şey yokmuş gibi oturdu soğuk tahtanın üzerine."Bugün hava çok soğuk, geçen haftalarda güzeldi. Saten gömlek giymemeliydim değil mi? Aslında Nidâ abi beni uyarmıştı odama gelip ama onu dinlememeyi tercih ettim. Salaklık... " diye homurdandı.
İlk başta benimle konuştuğunu sansam da kendi kendine konuştuğunu fark ettim.
İkidir Nidâ diye birinden bahsediyordu ve adını geçirdiği zaman yüzünde o kadar tatlı bir ifade oluşuyordu ki itiraf etmek zor bile olsa kıskançlık hissediyordum. Tıpkı Gece benim yerime Yiğit'in kucağına gitmek istediği zamanlarda duyduğum his gibiydi. Daha ağırdı sadece ve daha keskin.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KULAĞINA ŞİİRLER FISILDAYACAĞIM
Novela Juvenil"Sizin için yola çıkmış bir şarkı, Düşünülmüş gözleriniz üstüne. İçin için yaratılmış bir şarkı, Bırakılmış yollarınız üstüne. Sizsiz sizi yaşanılmış bir şarkı... " diye fısıldadı dudakları dudaklarımın hemen altında olan çocuk. Sıcak nefesleri...