Soğuk rüzgar üstümdeki ince, beyaz badiden tenime sızarken bir yudum aldığım içkinin şişesini ayaklarımın dibine bıraktım.
Güneş kızıl yansımalarını bırakarak yavaş yavaş kayboluyordu gözden. Rüzgar, görüş açımdaki seyrek ağaçların yeşil yapraklarını sağa sola savurup duruyordu. Betondan şehir uzaktan duyulan araba kornalarının silik sesleri haricinde gürültüsüzdü. Dünya susmuştu sanki. Kulaklarımda sesi ve gözlerimin önünde beni sevdiğini söylerken hareket eden zarif dudaklarının izi vardı.
Nedensizce titreyen parmaklarımı dizlerimin altına sokuşturup kafamı sert koltuğun sırt kolçağına dayadım.
'Ne zamandır mutsuzum? 'diye sordum kendi kendime. Ne zamandır kendi ayaklarımın üzerinde durmak zorundaydım? Ne zamandır etrafım insanlarla çevriliyken dahi yapayalnızdım? Çok uzun yıllardır böyleydim. Kendi yağında kavrulan, alın terinin, yara izlerinin ekmeğini yiyen biriydim.
İlk dövüşüme daha 14 yaşındayken çıkmıştım. Yüzümdeki derin izi 15 yaşımda almıştım. Vücudumdaki diğer tüm izleri 15,16,17....22...Kimsesiz değildim belki ama kimsesiz hissediyordum. Ruhum insanların anlayamayacağı kadar derin yaralarla bezeliydi sanırsam, belki de herkesin üstünden bakıp inmeye çekineceği kadar derin bir kuyuda mahsurdum.
Şimdi yaralarımın bazıları kabuk bağlamış gibiydi. Birisi o derin kuyuya bir ip sarkıtmıştı. İstersem o kabuğu sökmeyecektim. İsterse uzattığı ipi ben tutunduktan sonra yukarı çekecekti.
Her ne olacaksa olacaktı ve ben ya yine yapayalnız kalacaktım ya da...
Hayalini kurmaya bile çekindiğim şeyleri bir oğlandı bana düşündüren... Adı adımla öyle uyumluydu ki ilk günden aklıma kazınmıştı çivilerle ve çekiçlerle.
Verâ.
Kendisi isminden daha zarifti, daha güzeldi. Bir kız değildi ama bir kızın olabileceğinden çok daha fazlasıydı. Şimdiye kadar aşk ve hoşlantı hissetmemiştim. Hatta beğendiğim birileri de olmamıştı.Şimdiye kadar...
"Nâzım ben senin götüne koyayım tamam mı? Bir yudum aldın bıraktın. Biz hep birlikteyiz diye senin konuşmanı bekliyoruz. Sende çıt yok. Uzaklara dalmış mal mal bakıyorsun orospu.... " Küfür etmeye başlayıp düşüncelerimi bölen Arsıl'la yüzümü buruşturdum. Bu çocuk hep böyle yapıyordu. Saracak hiçbir şey bulamadığı zaman benimle uğraşıyordu çünkü benim onunla uğraşmayacağımı biliyordu.
"Arsıl gözünü seveyim sus da iki dakika kafa dinleyeyim." Yere bıraktığım şişeyi alıp dudaklarıma götürmeden önce "Nolur... " diye mırıldandım.
"Puşt senden canını mı istedim sanki, altı üstü konuşmanı ist... " Yüksek sesi bıçakla kesilmiş gibi keskince dinerken kafamı onun olduğu tarafa çevirdim.
"Çocuk sana nolur, diyor. Bir kere de susmayı bil. Sana sesini kısmayı öğrettiğimden daha sert bir şekilde susmayı öğretmemi istemiyorsan Arsıl... " Yiğit Arsıl'ın küçük çenesini parmaklarının arasında tutarken devam etti. "Sus." Fısıltısıyla birlikte Arsıl sertçe yutkundu. Hipnoz olmuş gibi kafasını aşağı yukarı salladı. Boynundaki damarlar belirginleşmiş olan Yiğit avcunda tuttuğu çeneyi okşayarak bıraktığında gülümsedim.
Aralarında besbelli bir şeyler vardı ama ikisi de hiçbir zaman anlatmayı tercih etmemişti. Ben sormamıştım ve Yağız'ın, Akel'in ya da Meva'nın da umrunda olduğunu sanmıyordum.
"Sen de biraz konuş be Nâzım!Arsıl doğru söylüyor. Biz beşimiz hep buluşuyoruz ama sen yüce Nâzım olarak buluşmalarımıza teşrif etmediğin için konuşamıyoruz uzun zamandır. "
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KULAĞINA ŞİİRLER FISILDAYACAĞIM
Novela Juvenil"Sizin için yola çıkmış bir şarkı, Düşünülmüş gözleriniz üstüne. İçin için yaratılmış bir şarkı, Bırakılmış yollarınız üstüne. Sizsiz sizi yaşanılmış bir şarkı... " diye fısıldadı dudakları dudaklarımın hemen altında olan çocuk. Sıcak nefesleri...