Bölüm 8: Karar Tacı

14 2 6
                                    

Her şeyin bir başlangıcı ve sonu vardır

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Her şeyin bir başlangıcı ve sonu vardır. Sonu olmayan başlangıçlar bir hiçtir. Mesela masallar. Başlangıcı da vardır sonu da vardır, kimse bunu değiştiremez. Eğer masalların bir sonu olmasaydı... Düşünsenize bir masal okuyorsunuz ve o masal bir anda siz okurken devamının olmadığını görüyorsunuz. Ama şunu unutmayın... Başlangıcın olabilmesi için mutlaka sonun da olması gerekiyor. Ama sonu olmayan şeylerin, sadece başlangıcı olan şeylerin belkide sonunu biz getirmeliyizdir...

💧

O an o lalenin içinde hayatımı yitireceğimi zannettim. Nefessiz kalıyordum. Lalelin taç yapraklarına sertçe vuruyordum ama hiçbir şey olmuyordu. Gücümü boşa kullanmıştım. Sonra aklıma çiçeklerin içinde su bulundurduğu geldi. Elimi açtım ve gözlerimi kapadım. Buradan çıkmaya kararlıydım. Sonra bir kuş sesi duydum. Sanki şarkı söylüyor gibiydi. Bir süre o hüzünlü şarkıyı gözlerimi açmadan dinledim. Bir süre sonra da sanki biri bana "Irmak, gözlerini aç. Uyan Irmak. Sen özel birisisin güç senin elinde. Sen gücünü bir wurlex kuşundan alıyorsun. Bu kuş çok nadir bulunan bir kuş. Dilersen bütün evrenlerin hükümdarı olabilecek güce sahipsin. Bir karar al ve hayatının geri kalanını güçlü bir hükümdar olarak yaşa. Bu senin kararın Irmak kimse sana ne yapman gerektiğini söyleyemez." dedi kulağıma fısıldayarak.

Biran gaza gelip gözlerimi hızlıca açtım. Masmavi gözlerim artık koyulaşmıştı. İki kolumu vücuduma yapışık bir şekilde yana doğru açtım. İçimden "Evrenleri yönetirsem ne olur? Acaba niye ben seçilmiştim? Bu güce layık biri değildim." diyordum ta ki Elfela aklıma gelene dek. Bu çocuk bana her şeyi unutturuyordu. Kulağıma fısıldayan ses aslında doğru söylüyordu. Güç bendeydi. Bana çektirdikleri acıyı ben de onlara aynısını çektirecektim. İlk önce aile gibi görünmeye çalışan o pis ailemi. Sonra tabii ki de Atlas'ı. En son da bana okulda sürekli zorbalık yapan zorba kız çetesini. Daha doğrusu Atlas'ın kız çetesi demeliyim. Çünkü Atlas her geçen gün farklı kızla farklı mekanda sevgili oluyorlar. Ben de bu aptal tuzağa düştüm. Ben tam bir malım... Hayır! Irmak kendine gel sen bir mal değilsin asıl mal olması gereken onlar!

Bir an aklımı tekrar toparlayıp buradan nasıl çıkacağımı düşündüm. Ellerim hala yandaydı ve avucum açık bir şekildeydi. Koyu gözlerim parlamaya tekrar başlamıştı. Ama dur! Bu sefer gözlerim mavi değildi, GÖZLERİM BİR GÜNEŞ IŞIĞI KADAR PARLAK VE SARIYDI. Kendime yine engel olamamıştım. Bedenim kendi kendine hareket ediyordu. Ama gözlerim yine olan bitenleri görebiliyordu. İçinde hapis kaldığım lale bir anda patlayıverdi. İçinden bir güneş kadın çıktı. Kahverengi saçlara sahip sürekli aldatılan, zorbalanan güçlü bir kadın çıktı içinden. Gözleri bir güneş gibi, kalbinde ki dikenler artık çiçek açmış ve kalbine E harfini kazımış bir kadın...

Gözlerimdeki o ışıltı sönmüştü. Gözlerim artık normale dönmüştü.  Elfela ya baktım. Ellerine sarmaşıklar sarılmıştı. Ellerindeki sarmaşıklarla oynuyordu. Benim dev laleden çıkmamı bekliyordu herhalde. Ama ışıltıyı görmemişti, sanki artık o da beni göremiyordu. Ben ona da görünmez biri olmuştum artık. Tıpkı Atlas'a görünmez olduğum gibiydi.

"Beni bırakma." dedim bağırıp onun yemyeşil gözlerine bakarak.

Vücudunu hareket ettirmeden gözleriyle bana doğru baktı.

"Bırakamam zaten." dedi ellerindeki sarmaşıkları ban saldırmak için kontrol ederek.

"Beni sevmek zorundasın." dedim tekrar onun yemyeşil gözlerine bakarak.

"Seni zaten seviyorum Irmak. Bir gece olsan da, bir gündüz olsan da, bir ateş olup alev alev yansan da ben seni sevmeye devam edeceğim" dedi bu sefer benim masmavi gözlerime bakarak...

"Sen benim güneşimsin, karımsın, meleğimsin. Sana zarar vermek bana yakışmaz. Ama senin de bu dövüşü kazanman gerek. O yüzden elveda..."

"Elfela! Dur! Hani beni bırakamazdın! Hani beni sevmeye devam edecektin! Ne oldu aşkımıza. Onu da mı sildin Elfela! Hafızamı da silmiştin hatırlatırım!" diye bağırdım ama o beni dinlemeden İlk tanıştığımız anki gibi toprağın içine gömülüp benden uzaklaşmıştı. Yere diz çöküp ellerimi gözlerimin üzerine koydum ve ağladım. Hem de öyle bir ağladım ki ormandaki kuşlar bile uçup beni terk edip gittiler. Sonra ellerimi bacaklarımın üzerine üst üste gelecek şekilde koydum. Başımı öne doğru eğip ağlamaya devam ettim. Göz yaşlarım avucumun içine düşüyordu. İçgüdülerim devreye girerek avuçlarıma dökülen göz yaşlarımı kontrol ederek karşıya doğru fırlattım. Yerden art arda laleler çıkıyordu. Bir kaç dakika yerden çıkan laleleri seyrettim. Ama laleler gitgide çoğalıyorlardı. En son ormanın içine doğru girdiler. Bende ağlamamı kesip ayağa kalktım ve koşar adımlarla laleleri takip ettim. Biraz daha ilerledikten sonra yolda duran bir elbise gördüm. Elbisenin etek kısmı birkaç tane yeşil yapraklarla süslenmişti. Bel tarafına sarmaşık sarılmıştı ve bel tarafının biraz sağına, sarmaşıkların üstüne kırmızı bir gül yerleştirilmişti. Bu elbiseyi ormanın ortasına kimse bırakamazdı. Çünkü elbise çok şıktı. Bunu ormana bırakmak için deli olmak gerekirdi.

Elbiseye doğru ilerledim. İlerlerken elbisenin bel kısmındaki gülün arasında küçük bir parşömen kağıdının olduğunu fark ettim. Parşömen kağıdının üzerinde hiçbir şey yazmıyordu. Elimi uzatıp parşömen kağıdına dokundum ve tam elimi kendime doğru çekecekken gülün dikeni parmağımın ucuna battı. Acımamıştı çünkü bu acı bir hiçti. Daha önceden yaşadığım acılar daha büyüktü o yüzden bu acı diğerlerine göre hiçbir şeydi. Çıkan bir damla kana baktım ama umursamadım.

Parşömen kağıdının arkasını çevirdim. Parşömen kağıdının arkasında "Parmağının kanını buraya sür..." yazıyordu. Parmağımın kanadığını nereden biliyordu? Her şey düzgün bir şekilde planlanmıştı. Aklım karışmıştı. Parşömen kağıdında yazan şeyi yaptım. Parmağımın ucundaki kan tam yere düşecekti ki onu yakalamıştım. Parşömen kağıdına dikkatli gözlerle bakıyordum. Parşömen kağıdındaki kan bir anda tüm kağıdı kaplamıştı ve kan kurumuştu. Kağıdın arkasında yazan yazı silinmiş yerine "Elbiseyi giy ve kırmızı laleleri takip et..." yazısı gelmişti. Etrafta kimseler yoktu ama ben yinede elbiseyi alıp bir ağacın arkasına geçip giyinmeye başladım. Elbiseyi üzerime geçirdikten sonra elisenin arkasındaki fermuarı çekmeye çalıştım ama olmadı. Beceremedim. Şuan Elfela olsaydı bana iltifatlar ederek elbisenin fermuarını çekerdi ama o gitmişti. Beceremediğim için fermuarı öylece bırakıp kıyafetlerimi giyindiğim yanındaki kayanın altına koydum ve lalelerin peşine takıldım. Önceden takip ettiğim laleler beyazdı ama bunlar kırmızıydı. Lalelerin kırmızılığı biraz koyuydu ama çok hoşlardı. Elbiseyle ormanın içinde yürümek zordu çünkü elbise ayağıma kadar iniyordu.  Ellerimle elbisenin etek kısmını kavrayarak yürüyordum. Bir ağacın altından geçerken başımın üzerine bir taç düşmüştü. Hem de o kadar hafif ve iyi bir şekilde düşmüştü ki taç başımda hiç yamuk durmuyordu. Bir elimle tacı tutarak başımı havaya kaldırdım. Tacın nereden geldiğini çözmeye çalışıyordum. Gözlerimi ağaçların dallarında gezindirdim ama hiçbir şey bulamadım. Elimi tekrar elbisenin etek kısmına kavrayarak laleleri takip etmeye devam ettim.

Aklıma hala Elfela geliyordu. Unutmaya çalışıyordum ama unutamıyordum. Ormandan gidip yaşadığım yere geri dönmek istiyordum ama yolu bilmiyordum. Elfela beni bu ormana getirirken gözlerimi sarmaşıklarla bağlamıştı, yolu görememiştim. Aklımdaki Elfela'yla birlikte yoluma devam ettim.





ELFELA | Yeşil Krallık Serisinin ilk kitabı | TamamlandıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin