Çünkü insan anlaşılmaz ve bence alışılmazdı.
Hayat, bizi güçlendirmek için mi zorluklar çıkarıyor, önümüze aşmamız gereken engeller koyuyordu? Yoksa biz hep daha fazlasını istediğimizden dolayı mı farkında olmadan ödenecek bedeller çoğalıyordu?
Daha fazla altın, daha fazla çalışmayı, daha güçlü beden ve zihin, daha güçlü acıyı, daha sert duygular, daha sert gerçekleri doğuruyordu belli ki. Peki, tüm bu mücadele, istediklerimize değecek miydi?
Kan, can, intikam...
Ben Kayzed. Amaçsızca sürdürdüğüm hayatımda çok kan dökmüş, çok can almıştım. Ancak tüm bunları ben istediğim için değil, benden istenildiği için yapmıştım. Başkaları için kan dökmüş, başkaları için can almış, başkalarının intikamını almıştım. Fakat ilk kez şimdi, kendim için intikam istiyordum.
Hava kararmaya yakındı. Güneş getirdiği sıcaklığı beraberinde götürürken batan gün, Manzahar'ı çoktan turuncuya boyamıştı.
Tüm kargaşadan sıyrılıp kendimi bir evin çatısına atmış, gizlenerek saatleri burada devirmiştim. Saatlerle birlikte birçok plan ve düşünce de zihnimden akıp gitmişti. Sadece tek biri aklımın köşesinde yer ederken, bana birçok açıdan çıkarlarımı düşündürmüştü.
Manzahar ticaret bölgesiydi ve bu şehre giriş çıkışlarda kısıtlanma sağlanmamış tek istisnaydı. Eğer kendimi bir kervana katabilirsem ve şansım yaver giderse buradan çıkabilirdim. Fakat ondan sonrası planlayabileceğim bir şey değildi. Yabancısı olduğum topraklar da bilmediğim bir düzende beş parasız şekilde ilerlemem gerekecekti. Bu yüzden düşündüm de o köle kadını kaçırıp yanımda götürmeliydim.
Tahmin ettiğim gibi gerçekten de soyluysa ki bundan şüphe duymuyordum, işte o zaman hem benim sorduğum sorulara cevap verir, hem de onu fidye karşılığında yaşadığı yere geri götürürdüm. Ama esas istediğim bana bazı bilgileri vermesiydi. Umarım bir işime yaramayacak kadar aptal değildir.
Yerimden kalktığımda tam doğrulmadan önce etrafı kolaçan ettim. Evlerinin önünde oyalanan insanların gitmesini bekledikten sonra geriye doğru birkaç adım atıp beklemeden yan taraftaki evin çatısına atladım. Bedenim sızısını arttırıyor, kaburgalarım yerine hançerler konulmuş gibi acı veriyordu. Çatıya da merdiven kullanarak çıkmış, sonrasında bilerek düşürmüştüm. Şimdiyse inebileceğim bir çatı bulasıya kadar diğer evlere atlamaya devam edecektim.
İki, üç, beş... Atladığım son çatıda çuvallar yığılıydı. Acıktığımı hissediyordum. Belki de başımın dönmeleri bu yüzdendi. Evin aşağısından sesler geldiğini fark ettiğimde hareketlerimi yavaşlattım.
Çuvalların içinde tahıllar vardı. Arpa ve yulafları avucuma alıp baktım. Hırsızlık karakterime tersti. Anca öldürdüğüm kişilere ait eşyaları almaktan çekinmezdim. Sonuçta o bir nevi hakkımdı, ganimetti.
Üzerimi yokladım. Kınında takılı kılıç, boynumdaki zincir ve belimde dizili iki hançerden başka bir şeyim yoktu. Birisini yerinden çıkarttım. Kan lekeleri dolu hançeri önce üzerime silip temizlemeye çalıştım. Fakat lekeler geçecek gibi değildi. Olduğu gibi çuvalın üzerine bıraktım ve avucuma aldığım yulafları ağzıma attım.
Kılıcı kabul ederler ya da etmezler, bir tehdit olarak görmemeleri için dik bir şekilde koymasam da yine de öyle algılayabilirlerdi. Ama amacım sadece bir şeyler yiyebilmekti. Karşılığını da verdiğimi düşündüğüm için vicdanım rahattı ve gerisi umurumda değildi.
Etrafta kimseyi görmediğim bir zamanda aşağı atlamıştım. Hızlanıp dikkatli bir şekilde kerpiç evlerin arasından ilerlemeye başladım. Bu sefer farklı bir taraftan meydana gidecek, hala orada olduğunu düşündüğüm tüccarı bulacaktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaşçı: İntikamın Yükselişi
Action"Bak oğul, bazı gerçekler vardır ki gömüldüğü yerden çıkması için bazı bedellerin ödenmesi gerekir. Bunu sen, ben ya da bir başkası ödeyecek ama ondan önce hazır olman gerekecek." "Neye?" "Gerçeklerin koparacağı fırtınaya..." Bazen düşünüyorum da he...