Kendin için değilse bile bazen başkaları için yaşamamız gerekir.
Etraftaki gürültü, kafamın içindekiler kadar değildi. Şehirde ki tüm insanlar toplanıp çığlıklar atsa ya da kulaklarımın dibinde çanlar çalsa ve hatta gök tüm şiddetiyle gürlese bile yine de kafamdaki sesleri bastıramazdı.
Atres babayı şehrin mezarlığına gömmüş, arkasından da birkaç kişinin ruhunu yollamıştım. Öyle berbat bir zamandı ki babamın başında durmayı geç, onun için yapabileceğim son şeyi zar zor yapabilmiştim.
Neyi düşünmeli, neye sinirlenmeli, kime suç atmalıydım? İntikam için kimlerin canını almalı, içimi soğutmaya kaç ruh bedenden ayrılmalıydı?
Öfkem, kinim ve hırsım içimde o kadar büyük yer kaplıyordu ki, bir parça üzüntü bile hissetmiyordum. Sanki babamı toprağa gömdüğümde tüm o üzüntümün de üstüne toprak atmış, gözyaşlarımı son kez o zaman akıtmıştım.
Manzahar'ın kalabalık sokakları beni içine çekerken nefes alamadığımı fark ettim. Kılıcımı kınından çıkarmak, önüme geleni parçalara ayırmak istiyordum.
Karıncalanan sol elime baktım. Hala daha kılıcı tutmama müsaade etmiyor, acı çekmekte ısrar ediyordu. Bedenimde ki ağrılar hafiflese de elimi eskisi gibi kullanamamaktan korkuyordum. Hem de esas savaşım yeni başlıyorken.
Meydana geldiğimde kalabalıktan sıyrılıp bir duvarın dibine çöktüm. Sardığım yüzümde açıkta kalan gözlerimle etrafı taramaya başlamıştım. Yaşamak için can atmasam da ölmeye de niyetim yoktu.
Doğduğum topraklardan gönderilmiş, başka bir yerde barınmama da müsaade edilmemişti. Ama burası bize bir fırsat vermiş, sahip çıkıp, beni de yetiştirmişti. Şuana kadar ait olmadığımı düşündüğüm bu topraklara artık daha farklı gözle bakıyordum. Ne yazık ki buradan gitmem gereken bir zamanda... Yine de ne düşünürsem düşüneyim, ne hissedersem hissedeyim bir parçam hep buraya ait olacaktı. Çünkü bana sahip çıkan bu topraklar artık Atres babanın bedenine de sahip çıkıyordu.
Elimi, boynumdaki zincire takılı yüzüğe götürdüm. İhtişamlı işlemeleri ve üst kısmındaki damgasıyla soylu birisine ait olduğunu yeterince belli ediyordu. Annemin parmağında takılı olduğunu hayal ediyordum istemsizce.
Düne kadar annemi her düşündüğümde içimde tarif edemediğim bir hissiyat olurdu. Geçirdiğimizi düşündüğüm güzel anılarımız olduğunu sanır, hayal kurardım. Ancak şimdi onu ne zaman hatırlasam, zihnimin onun idam edilişini kurgulamasına engel olamıyorum. Elleri kanlı babam ve kanlar içinde annem...
Sinirden saçlarımı çekiştiriyor, sıkı sıkıya yumduğum gözlerimle kendimi tutmaya çalışıyordum. İçimde ki patlamak üzere olan öfkeyle birlikte tüm bunlarla nasıl başa çıkacaktım?
Kafamın içindekilerle boğuşurken meydanın ortasından yüksek çığlıklar yükselmişti. İlk başta umursamasam da kadının savurduğu tehditler dikkatimi çekmişti. Daha önce bir kölenin böyle meydan okuduğuna, bu kadar insanın önünde bağırıp çağırmasına şahit olmamıştım.
Kısa sürede sadece benim değil herkesin ilgisini çekmiş, meydanda ki herkes oraya doğru toplanmıştı. Yeni gelen kervan, muhtemelen köle olarak bu insanları getirmişti ve meydanda da alıcılarını arıyordu. Ancak bu kadın daha fazla asilik yapmaya devam ederse yüksek ihtimalle işkence edecekler, işe yaramazsa da öldüreceklerdi.
"Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz? Eğer beni hemen bırakmazsanız öğrendiğinizde burası size mezar olur!" Daha fazla bu sese katlanamayacaktım. Gitmek için ayağa kalktığımda kolyeyi de görülmeyecek şekilde giysimin içine kattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaşçı: İntikamın Yükselişi
Action"Bak oğul, bazı gerçekler vardır ki gömüldüğü yerden çıkması için bazı bedellerin ödenmesi gerekir. Bunu sen, ben ya da bir başkası ödeyecek ama ondan önce hazır olman gerekecek." "Neye?" "Gerçeklerin koparacağı fırtınaya..." Bazen düşünüyorum da he...