Ortada olan,
bilinmeyenden daha az tehlikelidir."Ayıl artık! Daha bize anlatacakların var." Suratıma çarpılan suyla birlikte bilincim yerine gelmeye başlamıştı. Belli belirsiz konuşmalar boğuk bir şekilde kulağıma doluyor, sanki birileri kafamın içinde çanlar çalıyordu.
Vücudum istemsiz titriyordu ve buna engel olamıyordum. Islak olan sadece suratım değil tüm vücudumdu. Acıyı her bir bölgemde hissedebiliyordum. Gözlerimi açmak için zorlasam da sanki göz kapaklarıma kilolarca taş konulmuş gibiydi, açmakta zorluk çekiyordum. Ancak zihnim çok geçmeden açılmıştı.
Devletin adamları beni bulmuş ve dilenciyle kendilerine çekmişlerdi. Daha öncede defalarca kez peşime düştükleri olmuştu ancak çoğu zaman ucuz numaralarını yemezdim. Nasıl olduysa bu sefer mesaj gönderme şeklini öğrenmişler ve bana ulaşmışlardı. Ama suikastçı kimliğimi nereden öğrenip de peşime düşmüşlerdi?
İş yaptığım kişilere yüzümü göstermezdim. Sadece belli başlı yüksek konumlarda olanlar biliyordu. Onlarda yakalanıp kolay ele geçirilecek kişiler değildi. Öyle olsa bile neden beni ele versinler? Ya çeteler çökertilmişti ya da ihanete uğramıştım. Ama şuan benden daha önemli bir şey vardı.
Atres baba... Beni buldularsa eğer onu da her türlü bulurlardı. Çok yaşlı ve hasta olduğu için herhangi bir zorlamaya dayanamazdı. Bu yüzden önce onun iyi olup olmadığını öğrenmeliydim.
Kafamda bir sürü soru dönerken suratıma gelen yumrukla aklım daha çok bulandı. Ellerim zincirle tavana asılmış ve bedenimse boşlukta sallanıyordu. Küçük bir odada gibiydik ve etraf gözümü alan meşalelerle aydınlatılıyordu. Benim dışımda birkaç kişi daha var gibiydi ancak tam olarak seçemiyordum.
"Bunca zaman burnumuzun dibindeydin demek, ha?" Saçlarımdan tutup kafamı geri yatırdığında aynı zamanda suratıma da iyice yaklaşmıştı. Gözlerimdeki bulanıklık biraz olsun açıldığındaysa beni öldürecekmiş gibi bakan suratı daha net seçebilmiştim. Konuşurken sıçrayan tükürükleri ve tiksinircesine buruşturduğu suratıyla cümlesini tamamlayıp saçlarımı sertçe bırakmıştı.
"Neyden bahsediyorsun? Anlamıyorum..." Zar zor kurabildiğim cümleyle adamın yüzüne kocaman bir gülümseme yayıldı.
"Anlamıyor musun? Demek anlamıyorsun öyle mi?" Üzerime gelirken eline hançerini aldı. Ağzıma dolan kanı tükürürken adamın ne yapacağını izlemekten başka seçeneğim yoktu.
"Seni solak ucube!" Bir anda elindeki hançeri avuç içime geçirdi. Bağırışlarımı bastırıp kendimi tutmaya çalıştım. Dişlerimi birbirine sıkmaktan kıracaktım resmen. Ama bu adamlara istedikleri zevki yaşatmayacaktım. İşkence ederek elde etmek istedikleri her ne varsa ulaşamayacaklardı.
Kılıcı kullanış şeklimle beni yakalamış olamazlardı. Suikast esnasında beni görmeleri mümkün değildi çünkü. Demek ki arenadan beri izleniyordum.
Evet, çoğu zaman sol elimi kullanıyordum. Fakat bundan sonra kullanabilecek gibi değildim. Bütün sinirlerimi zedelemiş, etimi parçalamıştı. Burada ne kadar kalacağım belli de değildi. Hemen müdahale edilmezse bundan sonra tek sağ elimle devam etmem gerekecekti.
Neler olduğundan emin olmadığım için bir şeyler söylemem sakıncalıydı. Acıdan uyuşan beynim de düşünmeme engel oluyordu. Elim asılı olduğu için kanlar boylu boyunca üzerime akmaya başlamıştı. Böyle giderse kan kaybından ölecektim.
"Altın versek konuşur musun, ha? Paralı köpek! Hepiniz para peşinde koşan ahmaklarsınız. Üç beş altına kendinizi bile satarsınız. Değil birbirinizi satmak... Hah!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Savaşçı: İntikamın Yükselişi
Aksi"Bak oğul, bazı gerçekler vardır ki gömüldüğü yerden çıkması için bazı bedellerin ödenmesi gerekir. Bunu sen, ben ya da bir başkası ödeyecek ama ondan önce hazır olman gerekecek." "Neye?" "Gerçeklerin koparacağı fırtınaya..." Bazen düşünüyorum da he...