Sonra başka bir anı geldi sahneye, bunu hatırlamak istemiyordu Hyunjin ama engel olamıyordu.
Felix'i kaybettiği gündü, güvenin bittiği gün, masalın bittiği gün.
"Sen nasıl bir insansın ya? Nasıl şüphe edersin benden!"
Burnundan soludu Hyunjin.
"Ben senden şüphe falan etmedim Felix! Ama senin o çocukla ne işin var ha? Sana dedim! Hoşlanmıyorum dedim! Seninle aynı ortamda bulunmasını istemiyorum dedim! Bakışlarını farkedemeyecek kadar salak mısın?"
Yüzüne sert bir tokat indi.
"Salağım! Koca evrenin en salak insanı benim. Çünkü sana güvendim bir tek sana. Şüphe etmez o benden dedim, ne olursa olsun onu herşeyden herkesten çok sevdiğimi bilir dedim! Ama sen naptın Hyunjin? Naptın sen? GELDİN SANKİ BAŞKA BİRİNE KAFASINI OKŞATAN BİR KÖPEKMİŞİM GİBİ MUAMELE ETTİN BANA!"
Hyunjin yanağındaki sert tokadın acısını hissedemedi bile kırgınlığından. Eşi gerçekten böyle mi hissetmişti? Çok mu abartmıştı?
Hayır! Sadece yapması gerekeni yapmıştı! Bu durumu abartan Felix'ti.
"Her zaman ki gibi abartıyorsun! Çünkü senin mutlu olma gibi bir derdin yok! Hep kaos olsun hep bir kavga gürültü olsun! Ama huzur olmasın Hyunjin'le mutlu bir hayat olmasın! Doğruyu söyle Felix, senin için hayatında ki en büyük hatadan ibaretim değil mi?"
Felix'in gözlerinde zerre sinir kalmamıştı. Uğuruna kendini bile feda edebileceği adam nasıl bunları derdi? Hakeret saydı kendine bunu Felix. Ama bunun acısını umursayamayacak kadar hayal kırıklığıyla dolup taşmıştı içi. Bütün güzel anıları kaybolmuş gibiydi. Renkler gitmişti, sesler gitmişti, çiçekler solmuştu, kuşlar susmuştu, durgun deniz hırçınlaşmıştı, güneş batmış bir daha aydınlanmayacak bir gece gelmişti. Gözleri kapandı yavaşça bir damla aktı kirpiklerinden damlayıp. Sonra yarım bir gülüş belirdi dudaklarında. Bu gülüşün adı hayal kırıklığıydı.
"Yazık." dedi sadece. Tükürdü yere. Sonra hızla odalarına çıktı. Topladı tüm kıyafetlerini, sığdırdı bir valize. Felix için ağır bir çataydı belki ama hayal kırıklığına uğramış bir adam için bir avuç sudan farksızdı.
Merdivenlerden indi çabucak. Bir hışımla çıkıyordu ki evden kolundan tutuldu sertçe.
Hyunjin çatık kaşlar ve akan yaşları durmayan gözlerle.
"Napıyorsun sen?"
Felix elini kurtardı.
Tekrar hareketleneceği sırada yine sertçe tuttu ince kolu Hyunjin.
"Felix!" Yükseltmişti sesini ama karşısındaki adamın kirpikleri bile oynamamıştı.
"Ne yaptığını sanıyorsun sen? Nereye gidiyorsun?"
Bağırınca Felix de tutamadı kendini.
"CEHENNEMİN DİBİNE!"
Kolunu kurtaramadı bu sefer.
"Hiçbir yere gidemezsin! Duydun mu beni! Gidemezsin hiçbir yere!" Felix'in tek kaşı kaldı, yüzünde öyle bir ifade oluşmuştu ki "sen kimsin?" demesine gerek yoktu.
İtti Hyunjin'i var gücüyle. Sertçe açtı kapıyı. Yüzüne çarpan rüzgarla sanki tüm kokusu içeri dolmuştu. Hyunjin zor tuttu hıçkırığını.
"İyi!" Dedi bağırarak. "Defol git bu evden de, hayatımdan da!" Felix arkasına bakmadan çıkınca çöktü yere. Sakladığı hıçkırıklarını bıraktı Felix'in kokusuyla dolu eve. Öyle bağıra çağıra ağlıyordu, öyle haykırıyordu ki, koca adam küçücük bir çocuk gibi kalmıştı. Bitmiyordu ama göz yaşları, tükenmiyordu. Felix gitmişti. Aklına dolan gerçekle tüm acısını bir çığlığa sığdırmıştı. Bu çığlık ise çoktan metrelerce uzaklaşmış Felix'in bile duyduğu bir çığlıktı. İkisininde kalbi sıkıştı. Biri gidene yandı, biri kalana. Sesler dinmiyordu hala, Felix koşarak uzaklaştı Hyunjin'in kendisini çağıran çığlıklarından.
Hala haykıran Hyunjin'in kapısına doldu insanlar. Nolmuştu bu adama? Kıyamet mi kopmuştu? Öldürüyorlar mıydı da bu kadar ağlıyordu bu adam? Gözleri doluyordu Hyunjin'e bakarken komşularının. Sonra tanıdık bir ses geldi, "HYUNJİN!"
Hyunjin nefes bile alamıyordu ve bunu canlı canlı gören Minho'nun da nefesi kesilmişti. İnsanları dağıtarak hızla kapattı kapıyı, arkadaşının önüne çöktü.
"Hyunjin noldu? Hyunjin! Bir şey söyle!" Gözlerini etrafta gezdirdi kırık cam parçaları yerlere saçılmış kıyafetler ve ağlayan bir adam. "Felix nerede?" diye sordu gerçeği tahmin edebilmesine rağmen. Hyunjin kan çanağına dönmüş gözleriyle baktı Minho'ya, "Gitti..." dedi.Kucağındaki yastığa gömülü yüzüyle saçlarının arasından bakıyordu duvara. Ağladığı için henüz dinmemiş iç çekişlerinin gürültüsü vardı sadece odada.
Öyle bir kaptırmıştı ki kendisini yaşananlara, aşağıdan gelen zil sesini duyması bile zor olmuştu.