Yedinci Bölüm

6 2 0
                                    

Küçük Ejder

Evimin önünden küçük bir nehir akıyordu. El emeğiyle yapılmış bir kulübeyi andırıyordu. Yaklaştıkça diğer evlerden ne kadar da uzakta olduğunu fark ettim. Evin arkasından evin boyutlarında herhangi bir resimde görmediğim kafası ejderhaya, kanatları kelebeğe, kuyruğu kertenkeleye, el ve ayakları kanguruya benzeyen bir yaratık gördüm. Çok da şaşırmadım açıkçası. Nehirden kurbağa avlıyordu anlaşılan. Kurbağaların suya atlayıp biraz yüzmesini bekliyordu ki kendisine göre en lezzetli oldukları an o anmış. Ben de yavru kurbağayı yemesin diye kurbağanın önüne geçtim. Göz ucuyla bana baktı. "görmeyeceğimi mi sanıyorsun. Benim gözlerim güneş, kulaklarım hava gibidir. Hadi evine geç, ben seni korurum."

Cönk'ü kapattım. Bugünkü programımda ders yoktu. Evin her yerindeki notları okudum. Mutfağa geçtim. Kahvaltımı hazırlarken laptop'ımından -biraz neşelenmek istediğimden olsa gerek- 'Isabelle Boulay Tico Tico' müziğini açtım. Pistan pencere önü konumunu koruyordu. Mutfak masasındaki kutuyu görmezden geliyordum. Müziğin ritmine uyum sağlıyordu vücudum. Kahvaltı tabağımı hazırladım. E-postalarımı gözden geçirdim. İsimsiz bir posta geldi. Şaşırmak istemiyordum tesadüf olmalı diye düşündüm. Açtım "kapı önünde üslubum var" yazıyordu. Dış kapıya doğru yöneldim. Kilidi açıp kapı önüne baktım. Bir kutu vardı. Alıp mutfağa geçtim. Masaya koyup dünyada neler olup bitiyor diye gezinmeye devam ettim. Kore, Japonya, Çin politika, bilimsel çalışmalar, nüfusun hobileri-fobileri.. videoları izleyip, yazıları okudum. 4 saatimi böyle geçirmişim. Yeni bir e-postanın klik sesiyle mailime yöneldim yeniden. Yine isimsiz bir e-postaydı. "sonra devam edersin araştırmalarına. Frekans kapanmadan kutuyu aç artık." Bu sefer tırstım. Kutuyu açtım temkinli bir şekilde. Son model bir cep telefonu idi. Ekranda parmağımı gezdirdim. Ekran "merhaba Sultan" diye açıldı. Ekranda albümdeki kardan adam-kadın fotoğrafı vardı. Rehber bölümünde tek isim kayıtlıydı: TERNA. Numarası gizli idi.

- Ben Mars Kralı Terna

Her Eylül sonunda gezegenimden senin gezegenini izliyorum

Sana bakmak Evrene bakmak gibi

Gezegenin gittikçe uzaklaşıyor. Bir dahaki Eylül'de görüşürüz.

Biraz komik gelse de oldukça romantik başlangıcın sonuna denk gelmem telaşlandırmıştı beni. Cevabım gecikmedi:

- Bensizliğin ızdırabı acı olacak desene

Kral isen erkeksin. Tahmin ettiğim kişiysen intikamım ağır olacak paralel evrende.

Mesaj bölümündeki durum yazısına baktım: "AMANTES SUNT AMENTES" yazıyordu. Latinceydi. Biraz sözlük desteği aldım: "AŞIKLAR ÇILGINDIR"

- Latince de biliyormuşsunuz.

- Eh

Ad astra per aspera (zorlukların içinden yıldızlara doğru)

Kimmişim ben

- Bu seviyeye inebilecek biri

- Hoba

Ateş ediyorsun ama

- Hedeflemiyorum ama

- O zaman güzel bir deyişle gidiyorum

Amantes sunt amentes

- Temelli mi gidişiniz kralım yoksa bekliyim mi?

- Kal diyene kadar

- Bir an ısınmıştım, yanma korkusu var sadece.

Ona da mı razıyım ne?

- Elveda mavi gezegenin parıldayan incisi

Siz dünyalılar nasıl derler

Bensiz git benle yaşa

- Güle güle kainatımın yıldızı

Amor omnia vincit (aşk her şeyi kurtarır)

- O da olur.

Çıkıyorum.

Bir an duraksadım ama zihnim binlerce soru arasında saniyelerle kapışıp onu bende bırakacak sözü kurdu:

- Aut disce aut discede (ya öğren ya terket)

- Hım

Son kez soruyorum

Kim olduğumu bildin mi?

- Bu gece yanımda olmanı isteyecek kadar bildim

- Bu mesafeye rağmen mi?

- Yakınken var olan uzak mesafeleri de teneffüs ettim ben.

O mesafe ne ki!

- Hım. Tamam öyleyse. Kimim?

Aklımdan ne geçiyordu emin değildim. Marko mu Yavuz mu Selim abi mi .. ama bu kadar heyecanlandığıma göre Yavuz olmalıydı.

- Net bilgi veremem ama ya tahmin ettiğim kişisin ya da ondan öte'sin.

- Baş harfimi söyle

- Y

- O değilim. O zaman ondan öte'yim.

- Öyleyse ne mutlu bize!

- Yıldızlar senin için prenses.

Vale

- Vale.

Mesajlaşma bölümünü kapatıp teli kenara koydum. Kalbimin atışını hissediyordum. Yüzüm bile kızarmış olmalı. Mutluydum. Gülümsüyordum. Sanırım farklılıkları seviyordum. Sıradanlığın kurbanı olmadan tadında farklılık beni cezbediyordu. Sırayla çalan dünya müziklerini dinlemeye devam ediyordum. Ortalığı toparladım. Kitaplığa yürüdüm. Paulo Coelho - The Alchemist/ Simyacı dikkatimi çekti. Hızlıca göz gezdirdim bildiğim tüm satırların arasında. Ve bir karar aldım: TÜM BU BULMACAYI ÇÖZECEĞİM.

Peki ama daha önce de böyle kararlar almış mıydım? Benim sorunum hafıza'dan daha çok zaman'la. Zamanı hissedemezsem nasıl iyileşebilirim?

Tüm vücudumun ısınmaya başladığını fark ettim. Zihnimde Lost'un bazı sahneleri canlandı. Kendime bir "sabit" bulmalıydım. Etrafımı inceledim. Hakkında her şeyi bildiğim biri olmalı. Üstelik duygusal bağ da olmalı. Hayatımdaki her şey şu an itibariyle ihtimal dâhilinde. Kontrolü ele almak için bir başlangıç yapmalıyım. Zihnim resetlenmediğine göre bunu değerlendirmem lazım. Doktorun bana verdiği gün takip stickerlarına göre Pazartesiye kadar dinlenme, gezme, okuma var. Okul arkadaşlarımdan da ses seda yok. Artık her şeye şüpheyle bakar oldum. Tüm sıradanlığa el atmanın vakti geldi. Öncelikle bir defter tutmalıydım her ihtimale karşı. Günlük tarzı yok yok ajan defteri gibi olmalı. Etrafımdaki herkesi ve her şeyi araştırmalıyım.

Bİ SANİYE... AMA BEN DÜNÜ HATIRLIYORUM....

SANRIWhere stories live. Discover now