Yanımda kucağındaki kutu ile oturan Dominik, odaklandığı yoldan gözlerini çekip telefonunu araba ayarıma bağlayıp bir şarkı açıyor ve ben de önümdeki trafiğe olan küfürlerimi seslice dile getirmeye başlıyorum.
"Sikeceğim yandı ya ışık ilerlesene ULAN AHMAK HERIF !" Dudaklarım arasından bir hışım ile dökülüyor serzenişlerim. Dominik ise sağ tarafımda şirin şirin bana bakıyor.
"Söyle ne söyleyeceksen bakma öyle kedi gibi yandan yandan." Sakinleşmek ister gibi dönüp konuşuyorum ona doğru. "Bir büyücüden aldım Habibi'yi." Kaşlarım çatılıyor ve on dakikadır bana bir büyücüyü tarif ettiğini fark ediyorum. Kafamı geriye atıp sesli bir çığlık atıyorum. Evet, baya gür bir çığlık camları kapalı arabamı sarıyor ve Dominik gayet normal karşılıyor. "Başka ne var çabuk söyle." Diyorum hâlâ daha bir şeyler söyleyecek gibi duran hâline karşın. Gülümseyip kaşları ile yolu gösteriyor. Önümdeki boş yolu fark edince gaza basıp ilerliyorum. Kucağında lanetli bir kuş tutmuyormuşçasına rahatlığı bir çığlık daha patlatmak istememe sebep oluyorsa da sakin kalıyorum.
Biz bi on beş dakika daha Dominik'in tarif ettiği yollardan ilerledikten sonra kenar bir mahalleye geliyoruz. Buram buram kasvet kokan sokaklar arabam için yeterli hareket alanı vermeyeceği için boş bir alan bulup park ediyorum. Arabadan indikten sonra arka cebimde titreşen telefona elimi atıp ekrandaki ismi okuyorum sessizce. "Efendim." Sesim biraz gergin, biraz da öfkeli çıkıyor. "Evet işim var, bi iki saat daha gelemem." Diyorum Dominik'i takip ederken. "Tamam önemli bir şey olursa ararsın ama gerçekten önemli ise ara." Birkaç dakika sonra telefonu kapatıp kafamı yerden kaldırmayı akıl ediyorum.
Gözümün önündeki köhne ve perili gibi duran eski püskü bir bina. Dominik'in elinde sıkı sıkı tuttuğu kutuya bir bakış atıyorum ve onu arkama alarak çalıyorum kapıyı. Üzerimdeki beyaz gömleğimin göğüs kısmında çaprazladığım kollarım ile kısa bir bekleyiş sonrası açılıyor kapı. Çokça bol ve garip modelli bir elbise giymiş, saçları dağınık ama kirli görünmeyen, yaklaşık 50'lerinde bir kadın boynunda bir YILAN ile açıyor kapıyı. "Hassiktir !" Anlık bir fark ediş ve geriye sıçrayışım bir olunca kadın kıs kıs gülüyor. Ters bakışlarımı ona sunduysam da umursamıyor ve uzunca boyu yüzünden arkamda gülümserce kadına bakan Dominik'i fark ediyor. "Aaa, karamel çocuk. Neler yapıyor bakalım benim şirin babam ?" Anlamsız lakaplar ile kafam biraz karıştıysa da cümle üzerine düşününce karamel çocuğun Dominik, şirin babanın da lanetli kuş olduğunu anlıyorum.
"Burada." Diye yanıtlıyor elindeki kutuyu hafifçe kaldırıp. Kadının kaşları ufaktan çatılıyor ve kapıdan çekilip eli ile içeriyi göstererek bizi davet ediyor. Başta biraz tereddüt ettiysem de korkunun ecele bir faydası yok mantığı ile giriyorum içeri. Bize öncülük eden kadının müthiş karışık, korkunç ve göz yoran evinde bir odaya geliyoruz ve ben kadından en uzak köşeye oturuyorum. Boynundaki yılan da bana kitlenmiş izliyor beni. "Bu arkadaş..." Diye giriyorum söze. Çünkü bu arkadaş grubunda kapıyı tıklatma görevi Dominik, Sebastian ve Dusan'ın; konuşma görevi ise Ryan ve benim.
"Bize biraz sorun çıkardı." Daha yeniki o gergin ve sinirli hâlimden en ufak bir iz kalmazken resmen şirin bir kediye dönüşmem ile içime içime gülüyorum.
"Ben dükkandaydım, o da dolanıyordu içeride. Bir anda geçmiş Fenerbahçe kadrolarını saydı, eski süper lig şampiyonlarını sıraladı, Murat Kosova anları falan canlandırmaya başladı ve bunları ona ben öğretmedim." Dominik'in tek nefeste özetlediği olaydan sonra Kadın'ın boynundaki yılan biraz kıpraşıp resmen bana bir mesaj vermeye çalıştı.
"Demek size biraz sorun çıkardı.." Diyor kadın, yılan gibi hafifçe tıslarcasına. Dominik'in anlattıkları ile ilgilenmeyip sadece benim dediklerime odaklanışı kendimi harbiden başrol gibi hissediyorum. "Sen." Diyor, önce gözlerim Dominik'e kayıyor ve sana diyor dercesine kaş göz yapıyorum. Çırpınışlarımı fark eden kadın da amatör bir filmin kötü karakteriymiş gibi bir kahkaha atıp beni işaret ediyor. "Sana diyorum beyaz gömlekli." Bu sefer mecburen üstüme alınıp yüzümde yardım dilenir bir gülümseme ile kadına dönüyorum. "Ne iş yapıyorsun ?" Diyor.
"Kumarhanem var benim teyze." Son kelime ile kafamı ani bir hızla yere eğip dilimi ısırıyorum. Dominik ise arkamdaki kolu ile ensemdeki tutamlardan birini çekip beni uyarıyor. "Pardon kusura bakmayın, saygısızlık etmek istememiştim." Diyorum durumu toparlamak istercesine. "Sorun değil. Gel sana bi bakalım." Sana bi bakalım ne demek ve nasıl bakacak anlamlandıramayarak tek kaşımı kaldırıyorum.
"Burada bekle." Diyor, yavaşça ayaklanıp ağır çekimde bir odaya giriyor ve elinde bir tasta su ile geri dönüyor. İyice tedirgin olup buradan çıkmak istiyorsam da şu bakma olayı beni meraklandırıyor. "Önüme otur, adın neydi ?" Anlamsızca ayaklanıyor ve dizlerimi kırarak uslu bir çocuk gibi oturuyorum önünde. "Alexander." Kafasını olumlu anlamda sallıyor. "Gözlerini kapat Alexander." Diyor ve yavaşça kapatıyorum gözlerimi. Daha sonra suyun sesini duyuyorum ve ufak ufak mırıldanmalar çalınıyor kulağıma. Bana kısacık hissettiren ama aslında hayli uzun bir süre geçiyor ve gözlerime dokunan iki parmak ile kaldırıyorum göz kapaklarımı.
Başta karanlığa alışan gözlerim kamaşıyor ama kendime gelince tek odağım karşımdaki kadın oluyor. Elindeki tasa bakıyor ve bir şeyler okurcasına oynatıyor dudaklarını. "Başına korkunç şeyler gelecek, Alexander. Yanlış olduğunu düşündüğün o şey her ne ise, ona bir son ver." Duyduğum bu iki cümle ile bütün batıl inançlara kurduğum o duvar yıkılıyor resmen. Birkaç ay önce başladığım ve Arap iş adamları ile ortak yürüttüğümüz yasa dışı dövüş müsabakaları geliyor gözümün önüne. Dönen bahisler sayesinde kumarhanede kazandıklarımdan bile katkat fazlasını kazanıyorum. Dominik'in tedirginliğini ise resmen damarlarımda hissediyorum. Ay tenli oğlanın nefes alışverişleri hızlanıyor ve büyük ihtimalle elleri falan terliyor şuan.
"Bir de, güzel bir şeyler var." Kendi düşüncelerim arasındaki o sert dalgalı denizden kadının sesi ile çıkıyorum. Güçlü bir umut bedenimi ele geçirirken bunu gözlerime yansıtarak bakıyorum ona. "Bir kadın, çok güzel. Sen yanına yakışır mısın bilmiyorum ama çok fena aşık olacaksın. İpleri elinden kaçırma, kendini bu aşka çok kaptırma." Bir bilmece silsilesi gibi akıp giden cümleler ile tekrar 17 yaşında hissediyodum bi anlık.
O güçlü umut bu sefer yerini merak ve heyecana bırakırken lanetli kuşu bırakmak için geldiğimiz yerden hayatım hakkında aklıma sokulan ufak ama büyümeye meyilli kuşkular ile ayrılıyorum.
-
benim max kaos
ŞİMDİ OKUDUĞUN
daddy's company
Fanfiction'Edin'in ise kumaşında var.' Dusan Tadic, babasının yeni ortağı boşnak iş adamı Edin Dzeko'ya çok fena tutulmuştu. !age gap, !slowburn, !esnaf dominik au