Parmaklarım önümdeki direksiyonda bir ritim tutuyor fakat ben her geçen saniye bu trafiği dağıtmama konusunda kendime hakim olamayacak gibi hissediyorum.
Terlemeye başlıyorum, elim gömleğime giderken ilk iki düğmesini açıp kornaya basıyorum bilmem kaçıncı kere. Dominik şuan lanetli bir kuş ile başbaşa ve bahsettiğine göre o kafadan kırık fanatik Fenerbahçeli kuşun bir kafesi dahi yok. Arkadaşım tehlikede gibi hissettiğim için kendi paranoyama göz deviriyorum.
Sonunda önümdeki araba da ilerleyince hafiften açılmış yolda bir boşluğa girip tanıdık yollarda Dominik'in yanına sürüyorum arabayı. O kadar mistik ve bela çeker bir adam ki Dominik, şuan lanetli bir kuş ile kapana kısılmış olması tam da onluk bir hareket.
Bana saatler gelen yolculuk birkaç dakika sonra bitiyor ve altımdaki arabayı park edip bir hışım ile giriyorum dükkandan içeri. Kapıdaki o fazlasıyla klişe çan çalıyor ve ben bir muhabbet kuşu ile tartışan Dominik ile baş başa kalıyorum. "Dominik neler oluyor burada ?" Diyorum öfke dolu bir ses ile. Ortalığı durmadan karıştırmak gibi de lanet bir huyu var bizim oğlanın.
"Ya bu holigan kuş beni sıkıştırdı köşeye gitmeme izin vermiyor. Yaklaşamıyorum da, durmadan Fenerbahçe tarihi hakkında bir şeyler anlatıyor korkuyorum." Diyor bir çocuk gibi. Resmen bana şikayet ediyor. Altındaki bol pantolonu ufak bir hamle ile çekip t-shirtünün eteklerinden kavrayıp yüzüne doğru salayarak yelliyor kendini. Hava sıcak. O sırada beni fark etmiş gibi konuşuyor şahsıma ithafen. "Kapatsana sen şu düğmeleri." Odağı da çabuk bozuluyor. "Dominik şuan gömleğimin düğmelerinin ne alakası var konumuzla ?" Diyorum bu sefer, elimi de sinirle kaldırıyorum. "Tamam, sakin olacağız ve şu kuşu yakalamakla başlayacağız işe." Hızlı düşünüp doğru karar vermem gerekiyor. Sıcak kalp ama kafam sakin, soğuk.
"Dominik, sen şu pencerenin örtülü olduğundan emin ol ve bana bir kutu bul. Ellerim ile onu tutacağım ve kutuya koyup kimden aldıysan oraya geri götüreceğiz." Dominik muhtaç gözlerle bana bakarken 'hadi' dercesine kaldırdığım kaşlarım ile hareketleniyor ve sağdan sağdan laboratuvar olarak isimlendirdiği yere giriyor. Ben ise gözlerimi kuşun gözlerine kenetliyorum ve bi 30 saniye sonra elinde büyük bir kutu ile gelen Dominik'i fark ediyorum. "Sakince ona yaklaşacağım ve yakaladığımda sen de yanıma geleceksin ve koyacağız. 3'e kadar sayıp harekete geçeceğim, onu korkutacak bir şey yapma." Derin bir nefes alıyorum. "Üç."
İlk birkaç adımımda bir şey çakmayan canlı ben iyice yaklaşıp ellerimi açınca yakalamama saniyeler kala uçuyor elimden. "Mal salak." Evet, havalanıp dükkanın içerinde deli danalar gibi bi o tarafa bi bu tarafa uçarken bana hakaret ediyor ve ben bir kuşun hakkımda söylediklerine sinirleniyorum. "Bak gerekirse sabaha kadar bu dükkanda senin peşinden koşarım ki bu normalde bir insan için bile yapacağım bir hareket değil, ama bir şekilde yakalarım. O yüzden ne sen kendini yor ne ben. Gel hadi güzel güzel hâlledelim şu işi. Bak sana sarı lacivert yem alacağım."
Dominik elindeki koca kutu ile gergin gergin bekliyor olsa da son dediğime kafasını çevirerek sessizce gülüyor ve ben ona sert sert bakınca yutkunarak önüne dönüyor. Kuş ise tezgahın üzerine konmuş bizi izliyor. Derin bir nefes daha alıyorum ve gömleğimin kollarını açarak dirseklerime kadar katlıyorum. Yakamı da biraz çekiştirip kendime nefes alma alanı tanımış şekilde sakince kuşa doğru bir adım atmışken yan tarafımdan gelen fotoğraf çekme sesi ve yüzümde patlayan flaş ile resmen ağır çekimde soluma dönüyorum. Elindeki kutuyu yere bırakmış ne ara arakladığını bilmediğim Sebastian'ın kamerası ile beni fotoğraflayan Dominik ise içimde bir fırtına başlatıyor.
Makineden çıkan ses ve yüzümde patlayan ışık onu da beklenmedik yakaladıysa da pişman durmuyor ve konuşmak için aralanan ağzı ile bunu kanıtlıyor. "Ne var be, fena görünüyorsun şuan." Az daha durup konu hakkında düşünürsem yaşadıklarım gözüme normal gelecek.
Kendimi sakinleştirmem gerekiyor, o yüzden ellerimi sallayarak kendimi silkeliyorum ve hâlâ daha orada dikilip bizi izleyen kuşa kendimden emin bir adım atıyorum. "Mazinde bir tarih yataaar, yaşa Fenerbahçeee." Dominik'ten gelen sakin bir ses odayı kaplarken önümdeki kuştaki sakinlemeyi fark ediyorum ve tek hamlede onu yakalıyorum. İki elimin arasına sıkışan canlı baya okkalı birkaç tribün küfürünü yüzüme yüzüme haykırsa da umursamıyorum. "Sende stoper tipi var, oynuyor musun futbol ?" Bir kuştan bu soruyu almış olmam gerçeği ile kaşlarım çatılsa da yüzümü rahat bırakıp güzelce cevaplıyorum onu. "Yok, kumarbazım ben, arada halı saha o kadar." Kuş bir şeyler daha mırıldanıyor o sırada ama umursamayıp onu kutuya koyuyor ve bir kalem ile yan taraflarına birkaç delik açıyorum. Kuşa bir şey olmaz, hepimizi gömecek çene var onda ama ne olur ne olmaz, sicilime bir de kuş katili eklenmesin.
-
absurt komedi dedigimiz arkadaşı iliklerimize kadar hissettigimiz o bolum (komik degilim
ŞİMDİ OKUDUĞUN
daddy's company
Fanfiction'Edin'in ise kumaşında var.' Dusan Tadic, babasının yeni ortağı boşnak iş adamı Edin Dzeko'ya çok fena tutulmuştu. !age gap, !slowburn, !esnaf dominik au