kizlar bolumde bolca dzedic var lutfen yorum yapin 😔
-
Bendeniz Dusan Tadic, aslında zannettiğiniz kadar ulaşılması zor bir kişilik değilim.
Çünkü güç beğenen bir karakterim de alttan aldıran bir benliğim de yok. İnsanların senin için kendi kişiliğini törpülemek zorunda olmadığının bilincinde olduğum için çoğu kişinin bencillik olarak adlandıracağı şeylerin benim adıma kabul edilebilir oluşu kendimi bir sıfır öne geçiriyor.
İnsanlardan çok bir beklentim olmadığı için de gelip geçici sebepler dolayısıyla üzülmem pek olası değil fakat hayli duygusal bir adamım. Çevremdeki değer verdiğim insanların hayatlarındaki gelişmeler şu iri bedeni duygusal bir şeye dönüştürür çoğu zaman. O yüzdendir şuan Dominik'in dükkan açılışında kurdeleyi kesen muhtarı ve yanında heyecanla kıpraşıp duran arkadaşımı görünce dayanamayıp yanımdaki Bay Dzeko ve enişteci arkadaşını görmezden gelerek dolmuş gözlerimi siliyorum t-shirtümün eteklerine. Dominik çok hızlı büyüyor ve işlerini de aynı hızda büyütüyor, özverili ve çalışkan bir kişilik. "Sen ağlıyor musun ?" Yan tarafımdan şahsıma yöneltilen soru ile başta afallasam da daha sonra dik duruşu ve gülen gözleri ile bana bakan kumral adamı fark ediyorum. Gündüz gözü ile de ayrı uzun duruyor. "Duygulandım biraz." Diyorum ben de, gözlerim tekrar dolunca yine t-shirtümün eteklerinden kavrayıp altındaki belimi ve bedenimi belli etmesini umursamadan gözlerimi siliyorum.
Fakat ben umursamasam da üst bedenimin ulu orta görünür olması karşımdaki kumralın bakışlarından kaçmıyor. Gözleri önce belimde, sonra da karın kaslarımda dolanıyor. Bıyık altı bir gülüş zamanla sert bir ifadeye dönüşüyor ve ben neler olduğunu asla anlamıyorum. Üstümdeki t-shirtü eski haline getirirken göz göze geliyoruz ve sanırsam açık konuşma ihtiyacı hissediyor. "Herkesin içinde bedenini sergilememelisin." Diyor bakışlarını benden çekerken. Neler olduğunu anlayamayışım ve haddine olmayan konulara karışması ile sinirlerim geriliyor. "Pardon, bu konuda yorum yapma hakkına sahip değildiniz diye hatırlıyorum Bay Dzeko." Diyorum ben de. Bu rahat ve kararlı hâlim sinirini bozmuş olacak sinirle kasılan çenesini izliyorum anbean.
"İster miydin ?" Diyor daha sonra, anlamayarak kaşlarımı çatıyorum. "Bu konuda yorum yapma hakkına sahip olmamı ister miydin ?" Diye devam ediyor. İşte bu beklenmedikti. Daha yeni çatılan kaşlarım bu sefer yay gibi gerilip şaşkınlıkla havalanıyor ve konuşmak için açılan ağzım boşa düşüyor. Beni gafil avlayışının farkına vararak "boşversene." gibi saçma bir cevapla yanımdan uzaklaşıyor.
Bizimkilerin bir araya toplanışı ve beraber pastayı kesmeye hazırlanışı ile bu konuyu rafa kaldırarak yanlarına ilerliyorum. "Daha yeni aranızda kopan fırtınalar sebebi ile bütün Polonya uçuşları iptal olmuş, dönemiyorum memlekete. İyi mi ?" Diye beni karşılayan Sebastian'a gözlerimi devirsem de bunun uzaktan fark edilebilir oluşu ister istemez bıyık altı bir gülüş yer ediniyor dudaklarıma. "Ben hariç herkes." Diyor bu sefer de elindeki plastik tabaklar ile bize dönen Ryan. "Çok şükür ki sen hariç herkes. Ayrıca siz hâlâ ayrı mısınız be ?" Diyen ise Alexander oluyor. Neden olduğunu asla anlamadığım şekilde elindeki masat ile kulpu siyah bir bıçağı biliyor. "Evet, kafam çok karışık o yüzden benim ilişkimi konuşurken şu bıçağı indirir misin ?" Cümlenin sonuna doğru çatılan kaşları ile konuşunca Dominik ve Alexander kahkahalarla gülmeye başlıyorlar. Benim ise kafam hâlâ daha yeni yaşananlarda. Arada da gözüm Sebastian'a ve bakışlarına kayıyor. Nefret ve umut var, aşk mevzusunu dramatikleştirmeyi sevmediği için bunu ona söylemeyin, kızabilir.
"Tamam, hadi keselim." Diyor Dominik ise, Alexander'ın bilediği bıçağı eline alıp. "Durun." Diyor ve insanları fotoğraflayan Sven'in yanına varıyorum. "Pastayı kesiyoruz." Demem ile o da ben de hızlı adımlarla diğerlerinin yanına geliyoruz. Dominik tek başına koca pastanın başında kalmışken bakışlar ona dönüyor ve Sven onu pek çok açıdan çekiyor. En son dilimler kesildikten sonra Alexander yerinden fırlayarak bir çatal kapıp pastadan büyük bir dilim alıyor ve Sven'e sesleniyor. "Şşt, fotoğrafçı çocuk." Çok saçma bir hitap şekli olduğunu biliyorum. "Adın neydi ?" Diye kurtarmaya çalışıyor durumu. "Sven." Diyor makinesini sıkı sıkı tutarken. "Bir de şöyle çek." Deyip Dominik'i kendinden tarafa döndürüyor ve çatalındaki dilimi ona uzatıyor. Bunu yaparken ciddi şekilde poz verişi Sebastian ve beni büyük bir gülmeme mücadelesine atarken Dominik dolu ağzı ile tıpkı bir sincaba benzer şekilde kameraya gülerek tik işareti yapıyor.
Birkaç alkış kopuyor, Dominik ve muhtar bir konuşma yapıyor ve pastalar dağıtılıyor. İşte neler olduysa o sırada oluyor zaten.
Bay Dzeko'nun tek başına plastik bir sandalyede oturup büyük bir ciddiyetle telefona bakıyor oluşu ile fırsat bu fırsat diyerek bizim oğlanlara "şans dileyin." emrini verip yanına ilerliyorum. Ona doğru gelişimi hissetmiş olacak ayaklanıyor ve kendini beğenmiş o gülümsemesini yerleştiriyor yüzüne. "Takip et beni." Diyorum ben de, şu saatten sonra herhangi bir saygı ifadesi kullanmama gerek yok çünkü bazı sınırları kendi ellerimizle dağıttık.
Beni ikiletmeden peşimden gelirken ben bizi bu sabah Sebastian'ın bahsettiği o kör noktaya doğru ilerletiyorum. Büyük ihtimalle neler olduğunu ve neden onu binanın arka tarafına çektiğimi anlamıyor ama umurumda değil. En son o yere gelince Bay Dzeko'ya -artık Bay Dzeko demem ne kadar doğru ise- doğru dönüp kolundan kavradığım gibi sırtını duvara çarptırıp önüne yerleşiyorum. Onun ise önce dudaklarından ufak bir inleme kaçıyor, sonra ise o yeşilleri ile gözlerimi delip geçmek istercesine bakıyor bana. Kirli beyaz bir t-shirt ve siyah bir pantolon var üzerinde. Bedenini bu kadar yakından görüyor olmak yutkunma isteğimi tetikliyor. Benden hayli uzun olduğu için yukarıdan bakıyor bana, bu da yetmezmiş gibi göğsünde çaprazladığı üst kollarının şişkinliği bütün sinirimi unutturmak istercesine bana bakıyor.
Gözlerimin onu süzdüğünün farkına varınca bir kıkırtı dökülüyor dudaklarından. "Ne demeye çalıştın ?" Diyorum dümdüz. Lafı uzatmanın bir anlamı yok. Yüzüme vuran binanın gölgesi ile çatık kaşlarım büyük ihtimalle beni olduğumdan da sinirli gösteriyor şuan. Birkaç saniye duraklıyor, söyleyeceklerini tartıyor büyük ihtimalle. "Senin için bu konuda yorum yapma hakkına sahip kişi kim Dusan ?" Diyor o ise, soruma soru ile karşılık vermesi ile yarım adım daha yaklaşıyorum ona. Bize vuran gölge yüzünden ortalık karanlık ve biz fazlasıyla yakınız. "Soruma soru ile karşılık verme Edin." Diyorum ben ise. İlk defa ona karşı adını kullanmış oluşum ile bariz bir şaşkınlık kaplıyor yüzünü. "Bay Dzeko'ya ne oldu ?" Diyor o ise, hâlâ daha gülümser oluşu yüzüne yumruğumu indirme isteğimi tetikliyor ama çok yakışıklı. "Aramızdaki samimiyet Bay ifadesi için fazla." Dedim ben de, kendimden emin konuşuyorum. "Yine de baban bilmesin, iş etiği." Diyor bana doğru eğilerek. Alaycıl tavrı sinirlerimi hoplatıyor ve ardını arkasını düşünmeden onu göğsünden iterek tekrar duvara çiviliyorum ve bir adım daha atarak aramızdaki mesafeyi sıfıra indiriyorum. Sol ayağım onun aralık ayakları arasına yerleşiyor ve yerimde biraz yükselsem bedensel olarak çok feci şeyler yaşanabilir.
"Kartlarını açık oyna, patron." Diyorum göz teması kurmak için kafamı kaldırırken. O kadar yakınız ki nefesi nefesime çarpıyor. İşte o an yüzündeki o dalga geçer ifadenin yok oluşu bana bir zafer tattırıyor. "Kendin açık oynamadan benden açık oynamamı bekleyemezsin." Diyor ve bir elini belime, diğerini de boynuma atarak yerimizi değiştiriyor ve sırtımı soğuk duvarla birleştiriyor. O an ise konuşma gücümün elimden alındığını hissetmekten alı koyamıyorum kendimi. Birkaç kere konuşmak için aralanan ağzım dudaklarımda hissettiğim parmak ile kapanıyor. Baş parmağı hiç hareket etmeden alt dudağımın üstünde beklerken yüzünde yine o gülümsemeden oluşuyor ve bedenini bedenimden çekerek yanımdan uzaklaşıyor.
Ben ise bedenen ve zihnen dağılmış bir şekilde olduğum yere çökerek soluklanmaya çalışıyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
daddy's company
Fanfiction'Edin'in ise kumaşında var.' Dusan Tadic, babasının yeni ortağı boşnak iş adamı Edin Dzeko'ya çok fena tutulmuştu. !age gap, !slowburn, !esnaf dominik au