Hayatımdaki her kötü gidişatın başlangıcı, büyükannemin kucağına düştüğüm günden başlıyordu. Verdiğim her karar, hayatıma giren herkes ve attığım her adım, günün sonunda onun eskimiş berjerinin tam televizyonun karşısına konumlandırılmış salonuna çıkıyordu. O tozlu halının üstüne, o anteni kırılmış hurda televizyona, o dibi tutmuş tencereye... Bunu çok geç fark etmiştim ama en azından bir farkındalıktı. En azından geriye dönebileceğim aralık bir kapıydı fakat dönemiyordum işte. Zihnim, her şeyi benliğimin bir parçası olarak kabullendiğinden beri hareket etmeme engel oluyordu. Hep o anlara mahkum kaldığımdan, verdiğim her kararı çatısı tepeme yıkılmak üzere olan evden kaçmak için veriyormuş gibi radikal bir biçimde veriyordum. Jeongin ile tanıştığım ilk gece onunla birlikte olmak da bu kararlardan biri gibiydi. Debelendiğim kuyudan çıkmak için bulduğum bir araç.
Bunun ayağıma dolanacağımı bile düşünmemiştim. Her yaşanan skandal gibi arkamda kalacağını, kimsenin hatırlamayacağını ve onun da beni bir daha aramayacağını düşünüyordum. Fakat bugün haksız çıkmıştım. Onunla yattığım gecenin sabahında yatakta tek başıma uyanmış, korkunç bir baş ağrısıyla önceki gecenin gerçekliğini sorgulamıştım. Öylesine hayalet gibi geçip gitmişti ki zihnimin neredeyse benimle oyun oynayacağını düşünecektim. Ne bir not, ne bir eşya... Ortadan kaybolmuştu ve tahmin etmediğim bir şekilde, bu gerçekten de canımı yakmıştı.
Yine de devam etmek zorundaydım. En başında geçici bir şey arayan kişi bendim. Dolayısıyla arkada bırakılmış olmanın benim için bir anlamı olmamalıydı. Egomu zedelese de, hoşnut olmasam da Jeongin denen herifin beni uykumun en tatlı yerinde, en kişisel alanımda bir başıma bırakıp gittiğini kendime yedirmek mecburiyetindeydim.
Nitekim öyle de yaptım. Hiçbir şey olmamış gibi hazırlandım, kendime çeki düzen verdim, evi toparlaması için her zaman çağırdığım temizlik şirketinden birilerini çağırdım ve katılacağım etkinlik için yola koyuldum. Araçta Minho ile konuşmadım. Son olaydan sonra onu zihnimden uzaklaştırmak neredeyse iki günüme mâl olduğundan yeni bir sorun çıkartmak istemedim. Zaten o da her zamankinden daha huysuz ve sessizdi. Arabaya bindiğimde beni yalnızca başıyla selamlayıp şirkete kadar da tek kelime söylememişti. Şüpheli bir biçimde telefonu hiç çalmamıştı, normalde bir kere bile olsa nişanlısı sabah saatlerinde arardı. Bugün ise akıp giden yolu izlemiş, kısık sesli radyoyu ve benim ara ara iç çekişlerimi dinlemek dışında bir şey yapmamıştı.
Şirket ise sakindi. Yemek akşamında yaşananları hiç kimse hatırlamıyor veya önemsemiyor gibiydi. Bay Kim, yıllık iznini kullanıyordu. Sekreteri de fırsattan istifade olabildiğince kaytarıyordu. Seungmin geride bıraktığımız günlere nazaran bana karşı daha ılımandı. Felix'in onun hakkında söylediklerini düşününce belki de fazla üstüne gittiğimi düşünerek yaptığımız toplantıdan sonra onunla konuşmuştum. Elbette hatalarından pay çıkaran ve pek özür dileyen biri değildim. Onlara öylesine çıkışmamdaki esas konuyu da söyleyecek değildim. Bunun basit bir patron-çalışan sürtüşmesi olduğunu söyleyerek esas amacımın onu kırmak olmadığını belirtmiştim. İnanmış görünüyordu ama mesafesini korumaya devam edeceği her halinden belliydi.
Toplantıdan sonra sigara içmek için terasa çıktığımda Minho'nun da orada olduğunu gördüm. Seungmin kahve almak için yakınlardaki kafelerden birine gitmişti. Bu yüzden yalnızdım. Minho ise terasta karşılaşmayı beklediğim son kişiydi. Sigara içmiyordu; yalnızca elleri cebinde, önüne serilmiş şehre bakıyordu. Sabahtan beri garip olduğu için bunun da o anlardan biri olduğuna emindim fakat sormak, onun hakkında bir şeyi merak etmek istemiyordum. Yemek yediğimiz akşam utanç verici şekilde yolun kenarına kustuğumda benimle ilgilendiği için ona karşı borçlu olma duygusunuysa bir türlü yenemiyordum. Bakışları, tenime değen elleri ve beklemediğim şekilde anlayışlı, hatta kibar oluşu beni şaşırtan bir şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
milyon dolarlık bebek | hyunho
Fanfiction"O sadece pahalı takıları ve kıyafetleri sever. Bir de bunları ona sağlayacak erkekleri."