dokuz

101 15 33
                                    

Bardaktan boşanırcasına yağmur yağıyordu. Yağmurdan ıslanan saçlarım yüzümün her yerine yapışmış, tişörtüm ağırlaşmıştı. Saklandığım duvarın arkasından büyükannemin evine doğru kaçamak bakışlar atarken yakalanma korkusu ciğerlerimdeki havayı sıkıştırıyordu. Hem üşüyordum hem de korkuyordum; tırnaklarım tüm bu adrenalin ve soğuk yüzünden morarmıştı. Alt çenemin titrerken dişlerimin birbirine çarpışını duyabiliyordum. Birkaç dakika daha burada durursam yarın sabaha hasta uyanacaktım fakat yarın sabah değil hasta, ölmüş olarak kalkacak olsam bile o eve geri dönmek istemiyordum.

Bir kez daha başımın üzerinde çakan şimşekler ile birlikte yağmur hızını mümkünmüş gibi daha da arttırdığından, pes ederek kumaş ayakkabılarımla çamurlu sulara bata çıka evin kapısının önüne geldim. Anahtarlarımı sessizce cebimden çıkarıp deliğe yerleştirsem de büyükannemin adım seslerinin evin küçücük antresinden yankılanışını duyabiliyordum. Nefesim şimdi hızlanıyordu ve içimden bir ses kaçmam için bana bağırıyordu. Yine de tanıdık sıcaklığı kucaklamak adına kapıyı araladığımda onun öfkeden büyümüş gözleriyle karşı karşıya kaldım.

"Neredesin sen, bacaksız!"

"Geldim işte," diyerek kapıyı ardımdan kapatıp sırılsıklam olmuş bez ayakkabılarımdan hızlıca kurtuldum. Saçlarımdan damlayan sular etrafımda küçük bir gölet oluşturabilecekken büyükannem geçmeme izin vermeden ince bedeniyle önüme set çekti.

"Saat kaç oldu haberin var mı? Şu haline bak! Korkunç görünüyorsun."

Aslında yağmur yağdığı için şanslıydım. Buraya gelmeden önce öylesine ağlamıştım ki hepsi için kamuflaj görevi görmüşlerdi. Kızarıp bozaran suratımın esas sebebinin ne olduğunu asla öğrenemeyeceği şekilde güvende tutmuştu beni.

"Arkadaşımlaydım," dedim içime kaçmış sesimle.

"Ben biliyorum o arkadaşı. Sana bir daha o çocukla görüşmeyeceksin demedim mi? Bay Lee, bunu duyarsa ne olur biliyor musun? Senden vazgeçmesini mi istiyorsun?"

Başımı olumsuz anlamda salladım. Ne diyebilirdim ki? Ona karşı duracak gücüm yoktu. Sonunda rahatsız bir nefes verip ellerini beline koydu. Genelde öfkelendiğinde böyle yapar, sonra da pişman olmuş imajı çizmeye çalışırdı.

"Bir daha görüşmeyeceğim zaten," dedim yeniden bastıran göz yaşlarımı engellemeye çalışarak. "Bugün sondu."

"İyi edersin. Git şimdi, banyo yap ve üstünü değiştir. Yarın sabah Bay Lee gelecek."

Usulca kafa sallayıp ayrıldım yanından. Onu arkamda bırakırken göz yaşları yeniden çeneme doğru yol almaya başlamıştı bile. Görüşmemi istemediği çocuk, bir süredir beni en iyi hissettiren kişilerden biriydi. Onunla sevgili gibi bir şeydik ve açıkçası en çok onun yanındayken kendim gibi hissediyordum. Fakat büyükannem, Bay Lee ile tanıştı tanışalı onunla görüşmemem için baskı kuruyordu. Sürekli aynı nasihatlerle kafamı karıştırmaktan asla geri durmadan onunla devam etmemin benim için hiç iyi olmayacağını, yüzüp kuyruğuna geldiğimiz bu yolda her şeyi çöpe atacağımı söylüyordu.

Anlamıyordum. Her şey bir arada olamaz mıydı? Kural mıydı bu? Bir şeyi elde etmenin tek yolu başka şeylerden vazgeçmek miydi? Ailem bu yüzden mi terk etmişti beni; sahip olmak istediklerinin peşinden koşarken ödedikleri bir bedel miydim? Anlamıyordum. Hiçbir şey anlamıyordum. Büyükannem bana devamlı bu işin içinde duygulara yer olmadığını söylüyordu. Oysa ben tüm kötü duyguları hissediyordum.

Odama girdiğim an duvarlar yine üzerime çullanmaya başlamıştı. Bir an için odamdaydım, bir an için de Bay Lee'nin karşısında. Vodka kokan nefesini yüzümde, nasırlı ellerini henüz toyluğunu kaybetmemiş tenimde hissediyordum. Bugün on sekiz yaşına girdiğim gündü. Yağmurun altında ıslandığım günden birkaç ay sonrası. Her şeyimi kaybettiğim gündü. O gün hayatın sıfır noktasıydı benim için.

milyon dolarlık bebek | hyunhoHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin