DİYORUM

54 2 3
                                    

Küvette üç dört saattir oturuyordum her şey bu kadar ağırken hiçbir şey yokmuş gibi davranıyor olmam inanılmaz gibi gelebilirdi ama değildi.

Her şey bir kabustu ve ben sanki kabusun içinde deniz gören bir kulübede  gibiydim.
Bir şey beni bu hayata bağlamış ve sanki asırlardır burdaymışım hissiyle çevrelemişti.

Banyodan yavaşça ayrıldım bedenimdeki şeyin varlığını bornozumu çıkarmamla tekrar hissettim büyüyen karnımla sertçe yutkundum, umursamadan üstümü giyinmeye başladım.

İçimde parçalanan tüm hisleri hissizlikle yerde bırakıyordum ve bundan ne kendimin ne onun ne de bizim haberimiz vardı.

Sabah akşam karanlık olan ormana üstümü giydikten sonra odaklandım fakat aşağıdan gelen seslerle ıslak saçlarımı bir tokayla gelişi güzel  bağladım, merdivenlerden birer ikişer indim.

Aşağı kata ulaştığımda salonda hiçbir şey yerli yerinde değildi her yer her yerdeydi tabiri caizse.
Yüze yakın kitap, boş kağıtlar, haritalar, üstünde taş resmi olan fotokopiler bedenimden ayrılan hisler gibi etrafa saçılmıştı.

   Ellerinde bulunan, yarıya kadar içki doldurulmuş bardakların içini dolduran şişeler masada, yerde  sürünüyor onlar da beni buraya hapseden insanların elinden kaçmak için çırpınıyordu.

Beşininde gözleri ellerindeki farklı haritalara kitlenmiş kendilerinden bağımsız o hatıranın lanet sandığımız mucizesinin üstünü tarıyordu.

İkili koltuğa Özgür'ün yanına sessizliği bozmamak için yavaş hareketlerle çöktüm.
Koltuğun hareketlenmesiyle Özgür'ün kafası bana doğru döndü bu gözler dikkatini dağıttığım için iğrenen bir bakışa sahip iki yeşillik olması gerekirken, naifti.
Sağ gözünü kırptı yanağı kenara doğru uzandı tekrar yeşilleri işine döndü ve haritayı taramaya devam etti...

Bir insanın uzun zamandır tebessümünden mahrumdum bu tebessüm içime büyümeyeceğinden emin olduğum bir tohum bıraktı.
Ortamın gerginliği beni gererken içimdekinin de gerildiğini hissetmem uzun sürmedi. Koltuğun ucundan yaslanmak için kaydım ve sırtımı yastıklarla buluşturdum.
Dilek'in nefes sesini hissetmemle masadaki kağıtlardan gözümü ayırdım.

"Naber Mai uzun zaman oldu sanki, ya da olmadı mı bilmiyorum?"

Kurduğu cümlenin anlatmak istediği şeyi biraz düşündüm fakat benimde cevabım bilmiyorumdu.
Suskunluğumu konuşmak istemememe yormuş olacak ki önüne döndü.
Hızla elindekileri masaya bıraktı sesini tekrar yükseltti.

"Benim başım ağrıdı başlarım taşına da güneşine de, canlanınca o yaratıklar ormanı aleve verir kaçarız."

Barlas kafasına bardağı tekte dikip sarhoş olduğu belli olan ses tonuyla Dilek'i kâle aldı.

"Hadi canım bak biz düşünememiştik yakmayı zeki şey seni (!)
Niye başa sarıp duruyorsunuz kardeşim sanki kavşaktasınız ve etrafında sürekli aynı yönde dönüyorsunuz konuştuk bunları?"

Dilek Barlas'ın taklidini yapınca birbirleriyle ağız göz hareketleriyle kavga ederken Deniz'in dirseğinin  karnına girmesiyle önüne dönen Barlas hala bir şeyler mırıldanıyordu. Nedensiz yere beni ondan iten bir enerji vardı ortamızda bunu onunda hissettiğinde emindim. İkimizde birbirimizden nefret ediyor gibiydik, evet burdaki kimseyle aramda bir bahçe yoktu ama Barlas ile olma ihtimali de yoktu. Gözlerim Deniz'e kaydı ve beynim onunla da bu bahçenin olma ihtimalinin olmadığını bana tokat gibi çarptı ve sesi yükseldi.

"Saçını kurut."

Deniz'in emrinin hedefi bendim ve bu emir ortama dahil olmama sebep oldu, sanki aşağı indiğimden beri onun sesini duyup konuşmayı bekliyormuşum gibi açılmayan ağzımı araladım.

Karanlığın Hükmü +18Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin