Bu satırlar
Dünyamın en güçlü kadınlarına, onların ruhlarına, yaralarına, merhemlerineBüyüdüğüm evlere, o evlerin erkeklerine, o evlerin savaşlarına ve eskiyen duvarlarına hatıra olsun.
Tak.
Tak.
Tak!
Mihenk Sokağı'nda yankılanan bu ses, Beyhan'ın topuklu ayakkabılarından geliyordu. Damla'nın annesi Beyhan'ın.
İstanbul'un bir yakasına tutunan eski mahallelerin birinde, selamların alınıp verildiği o yokuşun bitiminde, Mihenk Sokağı'na giden yolu adeta inletiyordu bu ses. Beyhan kendini böyle hatırlatmayalı uzun zaman olmuştu. Hep özel arabasıyla çıkardı o yokuşu, şimdi ise iki çocuğunu almış çenesini yukarı dikmiş tıkır tıkır tırmanıyordu yokuşun merdivenlerini.
Mahallenin sakinleri, uzun zamandır görmedikleri bu kadının gelişini izlemek için kafalarını pencerelerden çıkarmışlardı. Beyhan'ın bu sokaktan yürüyerek geçişine kulak kabartmak için kendilerine bir yer seçeceklerdi. Çünkü bu mahallede herkesin kulağına bir şeyler çalınırdı ancak o şeye şahit olmak bambaşkaydı. Mahalle sakinleri, şahit oldukları bu gelecekle, hatır denen çizginin neresinde duracaklarını kendileri belirleyecekti. Çünkü günün bu saatinde Beyhan'ın gelmesi pencereler arası eski fiskos saatlerini de beraberinde getirecekti.
Beyhan, bu mahallenin ilk aile apartmanını inşa eden rahmetli Ahmet Hoca'nın torunu Halim Bey'in en büyük kızıydı.
İki çocuk annesiydi. Dillere destan bi' güzelliği vardı. Bir ayakkabı markasının pazarlamasından sorumluydu. Bu mahallede büyümüştü. Kendi ayakları üzerinde duran, tahsilli, işini eline almış bir kadın olarak kendinden sonrakilere ilham kaynağı olmuştu. Kariyer basamaklarını çıkarken babasından medet ummamış, kendi prensiplerini oluşturmuştu. Bir kundura dükkânında sattığı iki çift ayakkabıyla başlamıştı onun bu yolculuğu. Kendi yağında kavrulan kalabalık bir ailenin kızıydı, babasının ona sunacak büyük bi' serveti yoktu. Beyhan'ın en büyük serveti ailesiydi, bugünkü başarısını o aileye borçluydu.
Üç kardeşi vardı. Her birini evdeki ayak seslerinden tanır olmuştu, annesinden öyle öğrenmişti: "Ağır ağır yürüyen Reyhandır, sakindir. Peşinden Ceyhan pata küte basarak gelir. En son da Mahir belirir koridorda, ayaklarını sürüyerek gelir. Yürüyüşü yüzünden hep azar işitir."
Beyhan eve her gelişinde mutlaka bir sofra kurulurdu, "Benim kızım bereketiyle gelir." derdi babası Halim Bey. Büyük kızının saçlarına bir öpücük kondurduktan sonra sofranın başında yerini alırdı. Diğer ucunda annesi Hüma Hanım olurdu. Derken çocuklar dizilir, ekmek bölünür, paylaşılır, besmeleyle yemeğe başlanırdı.
Birazdan olacakları düşünürken, geçmiş günlerin büyüsünü hatırladı Beyhan. Damla annesinin gözlerindeki o bakışı çok iyi biliyordu. Hafif aşağı doğru inen, buğulu yeşil bakışlarını tanıyordu annesinin. Hatıralarında kaybolduğunu, eski günleri özlediğini, o günleri geri getiremediği için ne kadar yorgun hissettiğini...
Beyhan ise o sırada, daha genç bi' kızken, Pazar sabahları kurduğu sofraları anımsıyordu. İş hayatına erken atılmıştı, dolayısıyla haftanın sonunu iple çekerdi, bütün hafta kendini eve atıp bir şeyler yapma hayali kurardı. Onun yaptığı hazırlıklar evin geri kalanına şenlik gibi gelirdi. Öyle ki, Beyhan'ın hazırladığı sofra sokaktan geçip evin kapısını çalan herhangi birinin yüzünü güldürebilirdi. Çayın suyu kaynarken Beyhan babasının onun için yaptığı eski radyoyu açardı. Elektrik işlerinden iyi anlayan Halim Bey, küçük bir meyve kasasından hoparlör yapmıştı kızı için. Hoparlörü de elektrikle radyoya bağlamıştı. Hazırlığa girişmeden önce mutfak ışığının yanındaki düğmeye basılır, radyosu açılırdı. Radyoda o şarkıya denk geldiğinde içi bi' tuhaf olurdu Beyhan'ın:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MEVSİMLER GEÇERKEN
Teen FictionBeyhan'ın mahalleye geri dönmesiyle, kızı Damla'nın hayatında mevsimler değişmeye başlar. Anne ve babasının kararı, Damla'nın içsel dünyasında fırtınalar koparır. Bu dönüşüm sürecinde, Damla kendi derinliklerine iner ve büyüme serüvenine adım atar. ...