BÖLÜM 2: OCAK (1. Kısım)

3 0 0
                                    

Sitenin önünden ayrılan taksi Mihenk Sokağı'na doğru yol alırken, arka koltukta oturan Damla, hayatının ne kadar tuhaf bir hâl aldığını düşünüyordu. Daha geçen gün okuldaki kızlarla görüntülü arama yaparken, saçını kıvırırken günlerinin monoton geçmesinden yakınıyordu. Halbuki kendiyle baş başa kaldığı anlarda başına gelen tuhaflıkların yaşı başı hiç de umursamadığını düşünüyordu. Demek ki böyle gelmiş böyle gidiyor, diyordu. Damla'nın tabiatı böyleydi; biriktiriyordu. Fazlasıyla biriktiriyordu.

Aylar önce zorla götürüldüğü akşam oturmalarından birinde gözlerini balkon demirlerine dikmiş, kafasında bir hikâye yazmıştı. Bu hikâyenin bütün detaylarını şimdi anımsayamıyordu ama bir kadının deri çantasına damlayan gözyaşları hakkında bir kurguydu. Muhtemelen deri modasıyla ilgili bir eleştiri yazısı okumuştu ve kafasında böyle bir kurgu belirmişti. Hikâyede kadının ağlayıp ağlamadığı belli olmuyordu ama kucağında kahverengi hakiki deri bir çanta tuttuğu kesindi. Deri çantanın üzerinde gözyaşı damlaları görünüyordu ve Damla'nın zihnindeki hikâye anlatıcısı şöyle diyordu: "Kadın öyle bi' ağlamış ki, deri çanta su geçirmeye başlamış. Fakat kadın çantayı hiç bırakmamış."
Damla, bu hikâyeyi kaleme dökmekten kaçınıyordu. Çünkü hikâyenin ne kadar ucuz ve amatör bir kurgu olduğunu kâğıt üzerinde görmek, onu kendi yeteneğine inançsız kılıyordu. Kendinin en büyük yargılayıcısıydı. Bu yüzden sadece somut anılarını düşünceye dökebiliyor, günlük tutuyordu.

Çocuklar taksinin arka koltuğuna yerleşince Damla, cebinde birbirine karışmış duran kulaklığı, bir susturucu olarak, kardeşine uzattı. Cama yasladığı kafasını birkaç dakika sonra geri çekti, saçları yağlanmıştı belki. Başını yasladığı camdan kaldırıp hafif buğuyu dirseğiyle sildi. Neden kendi arabalarıyla gitmediklerini anlamamıştı. Acaba geri mi döneceklerdi? Sanmıyordu. Geçen gelişlerini düşününce... Beyhan baba evinden dönmemişti, Ümit gelip onları almıştı. Bu gerçek Damla'nın yüreğini bir müsvedde kâğıt gibi buruşturdu. Derken, gözleri yolcu koltuğunda oturan annesine kaydı. Siteden çıktıkları andan itibaren hiçbir tepki görmemişti annesinin yüzünde. Buz gibiydi. Çocuklara bakamıyordu. Sanki bütün duygularını boğazından zehir akıtır gibi Ümit'in yüzüne bağırıp kurtulmuştu Beyhan.

Annesinin kucağındaki çantaya ilişti Damla'nın yorgun gözleri. Simsiyah deri bi' kol çantasıydı ve annesinin gözyaşları damla damla dökülüyordu. Ne olursa olsun, annesinin hakiki deri çanta kullanmayacağından adı gibi emindi Damla ve daha o saniyede gurur duymuştu annesiyle. Evet, muhtemelen hayvan hakları yürüyüşleri ona boş gelirdi ama en azından bu konuda duyarlı bi' anneydi.

Ardından, annesinin ağlıyor olmasını görmek Damla'yı yatıştırmıştı. Hatta buna sevinmişti de. Çünkü ağlamak bir duygu göstergesiydi. Damla'ya göre normal insanlar zaten ya güler ya da ağlardı. Annesinin ağlıyor oluşu onun henüz delirme seviyesine gelmediğini gösterirdi, normal insan halini koruyordu yani, bu iyi haberdi. Damla annesinin delirmesinden çok korkuyordu.

Fakat Beyhan'ın kırk yıl düşünse bir taksi şoförünün yanında ağlayacağını hiç aklına getirmezdi. Neyse ki maskesini takmıştı ve Deniz, annesinin arka tarafındaki koltukta oturduğu için bunları görmüyordu. O hâlâ olanların farkına varamayacak kadar alıktı. Ablası ona böyle diyordu. Alık. Ama Deniz sadece bi' çocuktu. Onun gördüğü şeyler başkaydı.

Yokuşun merdivenlerini çıkarken Beyhan gözlerinin kuruduğunu hissetmişti. Dişlerini sıkmaktan çenesi ağrımıştı. Sırt çantasının kemerini bir yumruk gibi sıkan Damla, gözlerini annesine doğru çevirip içinden soruyordu. "Ne gerek vardı?" Bu soru sürekli kafasında yankılanacaktı. Buraya kadar gelmeye ne gerek vardı? O kadar bağırmaya ne gerek vardı? Bizi peşinden sürüklemeye ne gerek vardı? Bu kadar güçlü durmaya ne gerek vardı? Çocuk gibi elimi tutmana ne gerek vardı?

MEVSİMLER GEÇERKENHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin