1

698 38 41
                                    

Bu fic genel olarak Doğu ve Güneydoğu kültürünü yansıttığı için, ağızla yazma olacaktır fakat rahatsız edecek veya anlaşılmayacak şekilde olmayacaktır.

Ayrıca karakter çokluğuna bakmayın, zaten çoğunu ficte görmeyeceğiz azar azar görürsünüz. Bütün isimleri ezberlemenize gerek yok çok değineceğim birkaç kişi ya da kişiler olur.

İlk bölüm biraz fazla uzun olmuş bunu fark etmem geç oldu... 1793 kelime.

İyi okumalar!! ❤️❤️

Fırat ve Dicle nehirlerinin bulunduğu bu bereketli topraklarının üzerine kurulmuş Halfeti'de söz sahibi olan çok güçlü bir ağa yaşıyordu. Devran Miranoğlu, henüz 25 yaşındaki bu genç ağa Halfeti'nin büyük bir çoğunluğuna sahip olmakla birlikte, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Malatya, Mardin başta olmak üzere İstanbul, Ankara gibi büyükşehirlerde de şirketleri bulunuyordu.

Ama kendisi Halfeti'yi hiçbir zaman bırakmak istememişti. Halfeti'nin en görkemli konağında beş kardeşi, dedesi babaannesi, annesi ve babasının yanısıra amcasıyla ve onun çocuklarıyla yaşıyorlardı. Dedesi Abdullah Ağa, bütün işlerini Devran'a bırakmıştı. Ne oğullarına ne torunlarına en güvendiği kişiye bırakmıştı.

Bu da kardeşler ve kuzenleri arasında çekişmeye yol açıyordu. İstanbul'da üniversite okumuş bilgili bir ağaydı. Emrinde binlerce çalışanı bulunuyordu. Miranoğullarını bütün Doğu duymuştu bile. Kardeşlerin ortancasıydı. Sırasıyla; Halil, İbrahim, Devran, Dilan ve Dicle diye gidiyordu. Abileri evlenmiş kız kardeşleri ve kendisi hala bekardı.

Berken'se 20 yaşında, Halfeti ve çevresinin bir diğer en güçlü ve Miranoğullarının ezeli rakibi Karagül Aşiretinin mensubuydu. Altı kardeşin en küçüğüydü. Kendinden büyük üç ablası, iki abisi vardı. Sırasıyla Fehime, Seyran, Hasan, Hazar, Güllü ve Berken'den oluşuyordu. İki ablası ve bir abisi evliyken Güllü ablası, Orhan abisi ve kendisi hâlâ bekardı.

Berken Gaziantep Üniversitesi'nde edebiyat öğretmenliği okuyordu. Üniversitesi Halfeti'ye yakın olduğu için zorluk çekmiyordu. Miranoğullarıyla olan husumetini herkes bilir ve olası kavgasında ortalığın kan götüreceğini de bilirlerdi.

***                               ***                          ***

"Sabahın hayır ha amca, ne yapıyorsun?" Devran, işlerle uğraşırken Halil abisinin oğlu, yeğeni Mustafa gelmişti. Devran çocuğa dönüp baktı. Güldü. "O kılık ne Mustafa?" Esmer çocuk üstüne baktı, üstü hep çamur olmuştu. "Valla arkadaşlarla oynamışız çamur olmuşum, büyük ana seni çağırıyor diyor gelsin yemeğini yesin." Devran küçük çocuğun elinden tuttu. "Hadi gidelim o zaman."

Odasının kapısını açtı, taş koridora çıktılar. Konak çok büyüktü, uzun taşlı koridoru geçtiler. Merdivenlerden inmeye başladılar, Hafif esmer adamın, siyah gözleri yukarıdaki teras bölümünü buldu. Orada yemek yeniyordu. Uzun bir boya sahipti. Dışarıdan çok heybetli gözüküyordu. Birçok talibi olmuştu, çeşitli ağalar ona kızını vermeye kalkışsa da hiçbirini almamıştı.

Herkes onun birine aşık olduğundan bahsediyordu, doğruya doğruydu ama aşık olduğu kişi pek de doğru değildi. Taş avluya çıktı. Kendi kendine düşünmeye başladı. Yavaş adımlarla yürürken Mustafa ofladı. "Yav amca ayağın kırıktır? Yürüsene." Devran kendine geldi. "Yürüyorum oğlum ben ne yapıyorum, büyüdü de beni beğenmiyor cırbağa."

Beraber taş merdivenleri tekrardan çıkmaya başladılar. "Ben cırbağaysam sen de cırbağasın." Devran kaşlarını kaldırıp sorgularcasına baktı. "O niye?" Mustafa ve ikisi terasa vardığında açıklamaya başladı. "E benim babam cırbağa olacak, dedem de cırbağa oluyor. Valla bu durumda bütün aile cırbağa olmuş oluyor." Devran kahkaha attı. "Yürü yürü, dayak yiyeceğiz sus."

Nemrut'un Oğlu | bxbHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin