*Optimum: En elverişli, en iyi, en uygun olan/durum
Y/N: Hafif angst giriyorum hikayeye, ama uzun sürmeyecek söz.
***
Sirius hala gözünün önünden gitmiyordu. Kolay atlatamayacaktı, can acısı çok tazeydi evet, zamanla dinecekti belki ama asla atlatamayacaktı. Yer yüzünde hala nefes alan tek akrabalarının Dursley'ler olmasını da kaldıramıyordu artık. Sırt üstü yattığı, yayları batan yataktan boş tavanı izlerken, dolan gözlerini arada bir kırpıştırarak boşaltıyordu sadece. Yarın Grimmauld'da yaşamaya başlayacaktı ama şimdilik insanların onun dönmesini beklemediği tek yer olan, boş Privet Drive dört numarada tavanı seyrediyordu. Uyandığından beri bu vaziyetteydi. Açlık hissedemiyordu. Ah, ah neler vermezdi geri dönmek için. Yaşadığı hayat öylesine kendisinden dışarıda ve kendisine ait hissettirmemişti ki. Kaybının acı gerçekliğini, savaş olup bittikten sonra ancak fark edebilmişti. Özellikle de en beklemediği insanlar yaralarını sanki omuzlarından toz silkeler gibi atlattığında.
Acı, yalnızlık ve korku dışında hiçbir şey hissetmeye yeri yoktu sanki. Tırnaklarına kadar vücudunun her noktası ağrıyordu. Tek yaptığı tuvalete gitmek ve tekrar yatmaktı. Okunmamış mektuplar birikmiş, Hedwig'in boş kafesi bile yerinden oynamamıştı. Sandık bir köşede üstü tozlanmış vaziyetteydi. Arada bir kalkmasa büyük ihtimalle Harry'de bir heykel gibi durmaktan toz bağlayacaktı.
Saç diplerinde karıncalanma başlayınca önce aldırış etmedi. Ama karıncalanma tüm vücuduna yayılıp kaşıntı basınca dayanamayıp kendini banyoya attı. Sıcak suyun altında öylece durup bir haftanın pisliğini üstünden atmayı umdu, çünkü kolunu kaldıracak kadar bile dermanı kalmamıştı bir anda. Ayakta durmak bile git gide zorlaşırken gözlerinin de yavaş yavaş karardığını anlayamadı. Dünya dönerken ve sanki ağır çekim düşerken, Harry kendini bir türlü umursayamıyordu. Çünkü gerçekten olduğu kişi için onu önemseyecek biri yoktu. Sonunda düşüp kaldığı yerden üzerine su akıtmaya devam ederken görüş açısına giren duş başlığı iyice bulanıklaşıp karanlığa boğulurken, gerçekten olduğu kişiyi dahi tanımadığını biliyordu Harry.
***
Ayıldığında odasındaydı. Farklılıkları sezmesi biraz vaktini alsa da, yolunda olmayan şeyleri sezebiliyordu. Bir defa saçları uzundu. Boyu kısaydı, normalde de çok uzun olduğundan değil ama kısaydı işte. Ve boş ve tozlu olması gereken odası, kullanılmış parşömen, açık bırakılmış kitap ve dağılmış eşyaları ile doluydu.
En büyük şok ise Hedwig'in açık pencereden içeri süzülmesini ve ağzındaki avını parçalayıp yutmasını izlerken gelmişti Harry'ye. Gözlerinin dolması dışında hiçbir şey yapamamıştı. Açılmış mektuplardan birini eline aldığında iki gün sonra Quidditch turnuvasına gitmek üzere Kovuk'a beklendiğini okudu tekrar tekrar. Dönüp Hedwig'e bir kez daha baktığında, kar baykuşu ona "Ne var? Ne bakıyorsun ki bana öyle?" dercesine bir bakış atınca sırıtmaktan kendini alamadı.
Hedwig yaşıyordu.
Herkes yaşıyordu.
Fred, Tonks, Colin... Sirius, yaşıyordu."Dobby." dedi nefesini salarcasına bir fısıltıyla, krak! sesini duyduğunda şaşırmak, irkilmek yerine mutlulukla doldu göğsü.
"Harry Potter Dobby'yi mi çağırdı? Dobby teşekkür eder, Dobby Harry Potter için ne yapabilir?"
Harry, koca gözleri ve koca kulaklarıyla ona gülümseyerek bakan, küçük, egzantrik ve sihirli arkadaşına baktı. Gözlerini alamıyordu işte. Karşısındaydı. Canlı kanlı, heyecanlı, enerjik ve her zaman ki gibi. Yataktan aşağıya kayıp kollarını açtı, "Dobby de isterse Harry Potter ona sarılmak istiyor."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hereditem (Drarry)
Fanfic(time jump + fluff + comedy + smut + angst) Bir kukladan ancak kukla ustasının iplerinin ucunda sahte bir hayat yaşaması beklenebilir. Kimse kullanın cana gelip o ipleri kesmesini beklemez. Hatta bazı kimseler de bu iplerin ucundaki kuklayı oynatmay...