"bende."
hyunjin'le aynı anda topa koşmaya başladığımız zaman çarpışıp sakatlık çıkarmayalım diye seslendim. uyarıma karşılık filenin önündeki yerini almış, topu karşıya geçirmemi beklemişti. yaklaşık bir saattir oynuyorduk ve son setti bu yüzden takım arkadaşlarımın nefes nefese kalmış olduklarını duyuyordum. ne zamandır hayalini kurduğumuz o olimpiyatlara katılabilmek için kazanmamız gereken dört maç olduğundan gece gündüz demeden çalışıyor; boş kaldığımız zamanlarda da şu anki gibi antrenman yapıyorduk.
topu karşıya geçirdikten sonra karşı takım topu karşılarken eğilip ellerimi dizlerime yerleştirerek beklemeye başladım. şakağımdan çeneme doğru yol alan terimi elimin tersiyle sildikten sonra gelen topu bloklayıp son sayıyı da almıştık.
maçın bittiğini belirten düdük çaldığında takım arkadaşlarımızla sevincimizi yaşamak için omuz omuza vermiştik. tüm yorgunluğumuzun tek nedeni birbirimizi bu şekilde sardığımızda gözlerimizdeki o ifadeyi görmekti.
"harikaydınız çocuklar."
antrenörümüz chan hyung alkış tutarak bize yaklaştığında birbirimizi sardığımız için tek bir halka haline gelen bedenlerimizi ayırıp onu da yanımıza kabul ettik. maçta bizim katkımız büyüktü evet ama chan hyung bize mükemmel bir plan hazırlamasa, maç esnasında karşı tarafın zayıflıklarını fark etmese üstesinden gelebilmemiz imkansızdı.
"iyi işti jeongin."
takımın en küçüğü olduğundan onu yüreklendirdiğinde jeongin kazanılan her maç sonrası yaşanan bu muhabbete karşılık güldü. elbette bizim de iyi iş çıkardığımızın farkındaydı fakat jeongin'e baba gibi davranıyordu. bu yüzden artık ritüel haline gelen bu görüntüyü izlerken güldüm.
"teşekkür ederim."
jeongin her zamanki cevabını verdikten sonra chan hyungun uzattığı elini sıkarken chan hyung gerçekten baba ifadesiyle jeongin'in omzunu patpatlayıp birkaç kez daha onu tebrik etti.
"seninle gurur duyuyorum."
jeongin gerçekten de babasından duyuyormuş gibi gururlanmış, utançla gülerek eğilmişti.
"bu maçı almamızın üzerine bizi et yemeye mi götürüyorsun yoksa hyung?"
liberomuz jisung boş karnının sesini duymamızı istercesine birkaç kez karnına vururken chan hyungu ikna etmek için sesler yükselmeye başlamıştı. chan hyung ise yemezler dercesine başını iki yana sallayıp konuştu.
"bu alıştırmaydı biliyorsunuz. yarın tokyoyla maç var, gece üçte yola çıkacağız mideniz kötü olmasın. eğer maçı alırsak sözüm olsun."
buradan ekmek çıkmayacağını anlayanlar yavaş yavaş dağılmaya başlarken ben de onlara eşlik etmiştim. hyunjin geçen sefer duşa ondan önce girdiğim için adımlarını hızlı hızlı atarak odaya benden evvel varmaya çalışıyordu. bu çabasına karşılık gülmemi engelleyememiştim. dikkatini çekmiş olacak ki dönüp omzunun üstünden bana baktığında gülüşümü silip yanında yürümeye başladım.
"odanın anahtarının bende olduğunu biliyorsun değil mi hyunjin?"
dünyası başına yıkılmış gibi olduğu yerde durduğunda ben de onunla birlikte durmuş, yıkılan ifadesini gülerek izlemiştim.
hyunjin ile oda arkadaşıydım, o pasördü ben de pasör çaprazı. bu yüzden diğer takım arkadaşlarımıza kıyasla daha fazla vakit geçirip birlikte antrenman yapardık. changbin de pasör çaprazı olarak bizimle takılırdı ama oda arkadaşı olduğumuzdan hyunjinle ben daha fazla vakit geçirirdik. uykusunun tutmadığı zamanlarda uyuyan bensem beni uyandırır, sahaya götürüp maç oynatırdı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
loveball [seungjin]
Fanfictionvoleybol takımında olan seungmin ve hyunjin'in arkadaşlık ilişkileri aşka evrilir.