yine bir kiraz ağacının dibindeydim. yanımda oturmuş ağacın fotoğrafını çekmekte olan hyunjin'e başımı çevirip baktığımda kamerasını bana doğru indirip odakladı. şimdi tek gözü kapalı, öteki kameradayken yalnızca gülümsemesini görebiliyordum.
bana öyle gamzeleriyle güldüğünde etraf biraz daha ısınıyordu.
"gülümse seungmin, peynir de bakayım seungmin. peyniir."
ne zaman kiraz ağaçlarının dibinde olsam neden hyunjin de orada diye düşünürken bana gülümsemem için baskı uygulamaya da devam ediyordu. ellerimi arkamda sabitleyip ona istediği pozu vermeye çalıştım. gülümsemesi genişledikçe otomatik olarak benim de gülümsemem gözlerime ulaşmıştı.
onunla birlikte sadece poz olarak değil, gerçekten hissettiğim için tüm kalbimle gülümsedim.
fotoğrafımı yakaladıktan sonra bir müddet yine kendi halinde her yeri çekmeye devam etti. çimleri, gökyüzünü, kiraz ağacını ve birleştirdiği ellerimizi. bu esnada ben de rüzgardan dolayı kiraz ağacından düşen yaprakların hyunjin'in saçlarına düşmesini izliyordum.
bugün bu saatlerde rüzgarın esmeye başlaması ve bana böyle bir manzara sunmasından dolayı tanrıya teşekkür ettim gökyüzüne bakarak.
ne yoğunluk vardı, ne yetişmemiz gereken bir yer, ne de bir ses. sadece arada okuduğu kitaptan başını kaldırıp bana sevdiği bir cümleyi okuyor, benden yorumlamamı bekliyordu. ben de onun kadar güzel cümleler kuramasam da dilimin döndüğünce ona eşlik ediyordum.
"bana şarkı söylesene seungmin,"
birden istediği şeyle birlikte kaşlarım hafifçe çatılmış, bu isteğinin nereden geldiğini çözmeye çalışmıştım. oysa sesimin güzel olduğunu bile bilmiyor diye düşünüyordum. insanların yanında çok şarkı söylemezdim. prensip meselesi.
"sesim güzel bile değil ki."
söylememek adına bir bahanenin arkasına sığınırken çocuk gibi dudağını büzüp omuz silktiğinde yelkenleri suya indirmiştim elbette. bana öyle yavru kedi gibi bakarken nasıl reddedecektim ki onu? hangi şarkıyı söylesem diye düşünmeye başlamıştım bile.
ona söyleyecek şarkı düşünmeye başlamışken kitabını kapatıp çimlere yüzüstü uzandıktan sonra elleri çenesinde bana bakarken pozisyonu öyle tatlı gelmişti ki kahkaha atmadan edemedim.
neye güldüğümü anlamak ister gibi bana bakarken kaşlarımı kaldırarak çenemle onu işaret ettim.
"bacaklarını da kaldırıp sallamaya başlarsan iyice liseli aşıklar gibi olacaksın."
sanki bunu söylememi bekliyormuş gibi bacaklarını kaldırarak sallamaya başladığında ipeksi saçlarının üzerindeki kiraz ağacının yaprakları o kadar güzel gözüküyordu ki şimdi de rüzgar dursun, onları saçlarından alıp götürmesin diye tanrıya dua etmiştim.
manzaram bozulmasın diye bundan sonra kiliseyi daha sık ziyaret etme pazarlığı bile yapmıştım.
"söylemeyecek misin?"
o kadar büyülenmiştim ki ne söylemeyecek miyim diyecektim az kalsın, sonra hatırlamıştım şarkı olduğunu.
"steal my heart and hold my tongue,"
o kadar düşündükten sonra ani bir şekilde til kingdom come şarkısının ilk cümlesi dudaklarımdan döküldüğünde gözleri kapandı. artık güzel yüzünü daha rahat izleyebiliyordun. uzanıp onu öpmekle öpmemek arasındaydım. öpersem onu göremem diye biraz daha erteleyerek şarkıyı söylemeye devam ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
loveball [seungjin]
Fanficvoleybol takımında olan seungmin ve hyunjin'in arkadaşlık ilişkileri aşka evrilir.