koskocaman sahanın ortasında top filenin bir o yanına bir bu yanına doğru hareketlenirken arada ayakkabımızdan çıkan cızırtılı ses adrenalinden dolayı çok bunaltmıyordu ama aslında çok kulak tırmalıyordu.
top bizim tarafa gelene kadar liberomuz jisung eğilerek soğuk bir bakışla karşı tarafın yapacaklarını anlamış, beklenmedik sayılar almışlardı.
soobin'i söylemeye gerek yoktu, soobin aramızda en uzun kişi ve en deneyimli oyuncu olarak kaptan olmayı hak eden üyeydi. attığı servislerle ace almıştı.
karşı takımın antrenörü minho hyung tehlike çanlarının çaldığını duyup bir mola daha aldığında biz de nefes nefese chan hyungun yanına gitmiştik.
maç 2-1 di ve maç sayısına iyice yaklaşmıştık bu yüzden chan hyung çok bir şey söylemek yerine bu kısa zamanda biraz nefeslenmemize müsaade etmişti. bu esnada minik oyuncumuz jisung'un bir sağa bir sola giderek karşı takımdaki minho hyungu görme çabasına gülmeden edemedim. özellikle chan hyung onu fark etmesin diye başka bir yere bakıyormuş gibi yapması öyle komikti ki az kalsın bir imada bulunacaktım.
"bizim boyumuza ulaşmaya çalışıyor galiba."
soobin chan hyungun jisung'a odaklandığını gördüğünde şakayla karışık konuştuğunda jisung eski boyuna ulaştı. oda arkadaşına bakıp yalandan güldüğünde molamız bitmiş ve maçı almak için sahaya ayak basmıştık.
değiştirmemiz gereken çok bir şey olmadığından aynı şeyleri yaparak maçı aldığımızda mutluluğumuz görülmeye değerdi. birinci sıradaki yerimizi korumuştuk. olimpiyatı garantilemiştik evet ama, birincilik işte.
birincilik.
jisung bizimle birlikte mutluluğunu paylaşırken öte yandan da minho hyungun kendi takım oyuncularıyla konuşmasını izliyordu. bir süredir kendisine yanıktı ama yan yana bulunma şansımız düşüktü minho hyungla, çok muhabbetleri olmamıştı.
chan hyung jeongin ile klasikleşmiş konuşmasını yine yapıp yorgunluğumuzu unutturmuştu bize.
"bugünkü maçı alarak cebimi zarara uğrattınız ama sorun yok, hazırlanın da gidelim."
chan hyungun söylediği şeyle ona tezahüratlar eşliğinde sahayı bırakmış, otele adımlamıştık. sahaya çok uzak bir yerde değildi ve soobin ile aynı odaya düşmüştük. tabii ki buraya vardığımızda birkaç saat uyumuş ve hyunjin'i arayıp antrenmana çağırmıştım. yine de yenmenin getirdiği bir enerji vardı üzerimde, on saat daha ayakta durabilirdim.
odaya girdiğimizde soobin benim önce duş almama müsaade etmişti ve ona köpek yavrusu gibi bakmıştım. hyunjin ile olsak bunun bir tartışmaya döneceğini hatırlatmama gerek yoktu.
on beş dakikalık duş sonrasında ben giyinmek adına odaya dönmüştüm, soobin girmişti. o gelene kadar ben de tişört pantolon kombinimi yapmış, saçımı şekillendirmiştim.
bu esnada felix'in ne yaptığını merak edip uygulamaya girdiğimde onun da kazandığını görüp mutlu olmuştum. ondan ayrılan her ne kadar ben olsam da onu özlüyordum. ikimizin de vakti olmuyordu, maçlar dolayısıyla sürekli ülke değiştiriyorduk ve birbirimize ayıracak vaktimiz epey kısıtlıydı. bu da ister istemez ilişkiyi çıkmaza sürüklüyordu elbette.
tüm bu yaşananları bir kenara atarsak felix'i gerçekten çok sevmiştim. o, yoğun hayatıma gelen en güzel şeydi. bir araya geldiğimiz her an ilk iş sürekli şikayetçi olduğu o çillerini öper, ne kadar güzel olduklarını anlamasını isterdim. onu gördüğüm an bütün sorumluluk yükü hafiflerdi. eğer onun dizlerine başımı koyup uyuyorsam dünyanın en huzurlu uykusunu çekerdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
loveball [seungjin]
Fanficvoleybol takımında olan seungmin ve hyunjin'in arkadaşlık ilişkileri aşka evrilir.