Dolunayın zirveye ulaştığı geceydi.
Sonbaharın soğukluğu acımasızca kendini belli ediyordu. İkinci bir fırtına koptu kopacaktı sanki. Yağmur birikintileri göl olmuş, insanlar çoktan evlerine koşuşturmuştu.
Hwang Hyunjin ise bir elinde şemsiyesi diğer elinde atıştırmalık poşetiyle su birikintilerinin üstünde seke seke marketten çıkıyordu. Evi çok da uzakta değildi.
Suratındaki tebessüm gözlerinde parlıyorken etrafa su sıçratmaya devam etti. Öylesine güzel bir hayatta doğmuştu ki Hyunjin, sevilerek büyütülen bir çocuğun havası üstünden eksik olmazdı.
Ona son derece sıkıcı gelen bu akşam, hayatını mahvettiğinde henüz on beş yaşındaydı. Ailesinin biricik çocuğuydu halbuki o. Annesi ile babasının kavuşmak için çok uzun bir süre beklediği kıymetli çocuktu. Zekiydi, kibardı, kusursuz arkadaşlara sahipti.
Her şeyini teker teker kaybetmeye başlayacağının farkında değildi. Bir türün son üyesi olacağından haberi yoktu. Önündeki ayların kabus gibi geçmeye başlayacağından, hayatının mahvolacağından habersiz atıştırmalık çantasını kurcalıyordu.
Bir tane jelibon paketini dayanamayıp erkenden açtığında şemsiyesini omzuna yaslamış mutlulukla mavi jelibonu ağzına atmıştı. Saat on bir civarı gibiydi ancak Hyunjin'in umrunda sayılmazdı. Belki de şehrin en güvenilir sokaklarından birinde yaşadığı için şu anda karanlıkta yürümekten çekinmiyordu.
Önüne düşen ve yağmur yediği için dalga dalga olan siyah saçlarını geriye itti. Etrafındaki insanlar en çok saçlarını severdi zaten. Çok yakışıklıydı bu genç çocuk, daha ilkokuldayken çantası bir sürü aşk mektuplarıyla dolar taşardı. Sert bir mizacı olsa da doğası yumuşak olduğundan başını pek belaya soktuğu olmuyordu.
Ama bu akşam şansı onun yüzüne gülmeyecekti.
Hyunjin neşeyle evine giden dar bir sokağa girdiğinde, suratına bozuk lambanın açılıp kapanan ışığı çarptı. Ampulünden yanık kokusu geliyordu. Kırılmış cam parçaları yolun bir taraflarına dağılmıştı.
Yanılmıyorsa burada sağlam bir kavga dönmüştü ve bunlar o kavgadan geriye kalanlardı. İstemsizce tedirgin oldu, şimdi adımlarını hızlandırıyordu. Daha önce hiç böyle bir manzara görmemişti.
Artık neredeyse koşmaya başladığında dikkatini başka bir şey çekti. Her gün okuldan gelirken baktığı duvar resimleri yoktu.
Normalde olmaları gereken yer farklı bir boya ile kapatılmış gibiydi. Aslında daha çok biri resimleri bozmak için öylesine sıçratmışa benziyordu. Aynı boya yol boyunca kasıtlı olarak dökülmüş gibiydi.
Küçüktü ama bir şeylerin ters gittiğini hissediyordu işte.
Hyunjin istemsizce yaklaşıp henüz kurumamış boyaya dokunduğunda mide bulandırıcı bir kokusu olduğunu fark etti. Bozuk sokak lambasının ışığına tuttuğunda elinden damlayan şeyin boya değil de kan olduğunu anladığında bir bağırtıyla hemen geriye kaçtı.
Kandı bu, eli baştan aşağıya birinin kanıyla kaplanırken bir kere daha bağırmamaya uğraştı. Hızla etrafını kolaçan ediyordu ve kirlenen eli titremeye başlamıştı. Eve gitmeli ve yardım edebilecek birilerini bulmalıydı. Burası güvenli değildi, korkunç şeyler olmuştu belli ki.
Farkında bile olmadan atıştırmalık çantasını bırakıp koşmaya başladığında bir anda üstüne atılan bir adamın onu duvara yapıştırmasıyla sarsıldı. Dirseğini Hyunjin'in boynuna bastırıp nefesini kesti.
Kapüşonu boğazının sonuna kadar çekili, suratı bile belli olmayan adama "Bırak beni!" diye yalvardığında adam onu susturmak için baskısını arttırdı.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
werewolf & hyunlix
Fanfictionben seni affetsem bile sen kendini nasıl affedebilirsin?