Artık babaları geldiğinde evlerindeki kolileri bagaja yüklediler.Ardından son kez evlerine veda etmek için hazırlandılar.Miris evden en son ayrılan kişi oldu.Evini seviyor ve ayrılmak istemiyor hatta ayrılmaktan ziyade o akrabalarıyla bir gram dahi buluşmak istemiyordu.Amelda halası hariç diğerlerinden haz ettiği söylenemezdi.
En sonunda evden çıkmayı başarıp arabada arka koltuğa oturdu.Yanında İrena unuttuğu bir şey var mı diye hafızasını sorgularken, annesi ve babası koltuklarına oturdu ve araba sanki eve veda edercesine bir egzoz sesi çıkardı ve harekete geçti.
Artık başkentten çıkmış Pula'ya doğru gidiyorlardı.Arabayı sessizlik esir almışken babaları Vinco sessizliği keskin bir kılıçla adeta kesti ve konuştu.
"Nasıl hissediyorsunuz? Yeni bir yuvaya gidiyoruz ama size söz veriyorum orası çok daha iyi olacak, hepimize iyi gelecek ve size yine söz veriyorum en kısa zamanda bu durumdan kurtulacağız."
Natalia hanım o tehditkar gözlerini hemen Miris'e çevirerek uyarırcasına gözlerini kıstı.Miris bunu gördüğünde konuşmaması gerektiğini anladığı için suskunluğunu sürdürdü.Onun yerine İrena söze girdi.
"En son kaç yıl önce gitmiştik şimdi kocaman olmuştur kuzenlerimiz."
Ortalığa neşe ve mutluluk katmak için heyecanla ağzından kelimeleri dökmüştü.
Babası devam etti."Kocaman oldular kocaman, hele ki Teo en son gittiğimizde yürüyemiyordu şimdi çok tatlı olmuştur."
Miris, Teo'yu duyunca hemen sevindi.Erkek kardeşi gibi görüyor çok tatlı bir çocuktu.Eskiden hep ona bakardı şimdi tahminen 6-7 yaşlarında olmalıydı.İrena ise sanki kutsal bir bilgiyi hatırlamışcasına heyecanlanarak babasına döndü.
"Amelda halamın oğlu TEO! Evet! ah, neredeyse unutuyordum gerçekten akrabalarımızdan kopmuşuz."
Natalia hanım ciddiyetiyle diyaloğa dahil oldu.
"Hmm, Ameldacım gerçekten görmeyeli bayağı oldu.Nihayet görüşeceğiz, sadece onunla değil amcalarınız, yengeleriniz, enişteniz ve kuzenlerinizde orada."
Miris bu kalabalıktan iğrenircesine baktı fakat annesiyle göz göze gelince gözünü gemen cama kaydırarak dışarıyı seyretmeye devam etti.Babası ise Miris'in konuşkanlığını biliyordu fakat suspustu.Farkeder farketmez sordu.
"Miris, güzel kızım bir şeye mi canın sıkkın neden konuşmuyorsun? Yoksa oraya gitmek istemiyor musun?"
Vinco'nun sözleri bitmeden Natalia hemen yine aynı gözleri Miris'in gözlerine odakladı.Miris ise uysallığını korumaya devam ederek;
"Bir şeyim yok baba sadece evimizden ayrılmamız üzdü o kadar."
Babası hemen şefkatli bir şekilde sesinide yumuşatarak konuştu.
"Canım kızım, bu evden daha iyilerine de gideceğiz hiç merak etme ve neden hep karamsar oluyoruz hadi biraz da pozitif olalım orda sıkılacağınız bir gününüz bile olmayacak."
İrena kıkırdamaya başladı ve söze girdi.
"Sanırım bebek ağlaması, çocuk kavgaları, kalabalık aile telaşı ve ses kirliliğini hesap etmezsek çok huzurlu geçecek gibi."
Babasıda güldü ve yola devam ettiler.Yolda gitmeye devam ederlerken İrena'dan bir feryat geldi.
"Anneeeeeeee"
Natalia, İrenaya döndü ve her zaman ki gibi sözler yerine mimiklerini kullanarak adeta ne var? dedi.
"Midemin gurultusunu tek ben duyuyorum heralde?"
Natalia'da: "Kızım şimdi nasıl açayım onca kabı poşeti araba mahvolur."
Vinco da hemen prtaik bir çözümle söze girdi.
"Tamam yahu hemen şuracıkta müsait bir yere park eder bir ziyafet çekip yola devam ederiz."
Yolda biraz daha ilerledikten sonra arabadaki sessizliğin yerine mide gurultuları almadan bir yere park etmeye başaran babalarıda en son arabadan indi ve adeta muhteşem bir piknik alanına gelmişlerdi.
Yemyeşil çimenler ve ağaçlarla dolu dolu oksijeni ciğerlerine çektiler.Zagreb'de (Eski yaşadıkları Hırvatistanın Başkenti) şehir yoğunluğu ve hava kirliliği yoğundu.Bu yüzden temiz oksijenin ne olduğunu unutmuşlardı.Ciğerleri bu havayı soludukça daha çok solumak istiyorlardı.Natalia hemen bagajdan örtülerini çıkardı ve özenle simetrik şekilde yere serdi.Ardından İrenaya seslenerek yiyecekleri getirmesini istedi.Miris'ten istemedi.Anneleri sinirlendiğinde sinirinin geçmesi uzun sürüyordu ve Miris'e olan siniri henüz geçmemişti.Güzelce yiyecekleri de hazırlayıp koydular.Çatal, bıçak ve marmelatıda koydular.Marmelat iki kız kardeşinde favori yiyeceğiydi.Marmelat dendiğinde akan sular dururdu.Ve dünyadaki en güzel marmelatı hiç kuşkusuz anneleri Natalia yapardı.
Babaları Vinco, hemen sofraya oturup yemekleri şapur şupur yemeye başlarken Natalia'dan uyarı gelmişti bile.
"Vinco! Şu yemekleri çatal ve bıçakla nazikçe ye birilerini bizi görse hangi dağdan indiler diyecek."
Vinco ise gülerek karşılık verdi.
"Ben dağdan inmedim şu karşıdaki ormandan gelen ayıyım derim zor değil."
Natalia hanım, Vinconun bu soğuk ve bir o kadar da kötü esprilerine karşı yüzünü ekşitip yemeğine döndü ve uğraşmaktan vazgeçti.En azından kızları böyle barbar değilde anneleri gibi narin ve kibarlardı.Bunu içinden geçirirken Miris ve İrena da çatalı göz ardı edip ekmeği eliyle tutup marmelata bandırmaya başlayınca Natalia uzun bir iç çekti.
Yemekler yendi karınlar doydu.Midelerin gurultuları da bastırıldığına göre artık tekrar yola çıkma vaktiydi.Yolu yarılamışlardı.Tekrar toparlandılar ve arabay binerlerken Miris kısa bir tuvalet molası istedi.Annesini de yanına çağırdı.Hayır annesiyle birlikte gitmeyecekti o yaşı çoktan geçmişti.Miris'in derdi başkaydı.
"Anne, gerçekten özür dilerim asla asla ama asla böyle bir şey dememeliydim ve demyeceğim sana söz veriyorum beni affet."
Bu içtenlikli özür annesinin ona tavrını bitirmesi için gerekliydi.Yoksa Natalia hanım öyle gururlu bir insandı ki ucunda ölüm olsa yine gururundan vazgeçmez ve konuşmazdı.Miriste annesini çok iyi tanıyordu ve bu küslüğü köşke varmadan bitirmek istiyordu.Natalia bu yalvarışı duyduktan sonra her zamanki gibi o klasik sorusunu sordu:
"Birdaha marmelat yememek üzerine and içiyor musun?"
Miriste bunun özürün kabul edildiği demek olduğunu bildiği için sevinçle:
"Birdaha marmelat yememek üzerine and içerim" dedi.
Bu küslükte tatlıya bağlandıktan sonra şen şakrak arabay döndüler ve tekrardan yola koyuldular.
Arabada en sevdikleri şarkıları söylediler, "Ben kimim?" oynadılar, sessiz sinema oynadılar ve en sonunda yolu atlatmayı başardılar.Pula'ya (Pembe Köşk'ün olduğu şehir) varmışlardı bile.Adriyatik Körfezinden gelen deniz kokusu burunlarını mest etmişti.Ama balıkların kötü kokusuda bazen burunlarını tıkamalarına neden oldu.Şehrin merkezinden yavaş yavaş uzaklaşıp doğayla daha da içiçe olan bir yola girdiler.Sık ağaçlar yolun etrafını kapamış bayağı toprak bir yola girmişlerdi.Ardından yolun ucunda pembe bir çatı belirdi.
Pembe Köşk...
İşte sonunda varmışlardı.O Beyaz kolonları, pembe duvarları, büyük çatısı büyüleyici bahçesi ve her şeyi.Kızlar gözlerini köşkten alamıyor kafalarını başka yere çeviremiyorlardı.Öyle güzeldi ki gözleri o büyüleyici eve bakıp kalmıştı.Nihayet gözlerini bu güzel evden ayırabildiklerinde karşılarında denizi görmüş ve bir kez daha buraya hayran kalmışlardı.Bir de özenle tasarlanmış bir plajda vardı.Bu ev eski evlerinin yanında zaten efsanevi bir yerdi.Diğer evleri çok daha küçüktü.Araba o büyük demir kapıya yaklaştı ve ardından durdu.Güvenlik siz Vinco bey misiniz diye sordu.Vinco ise başıyla onayladı.
Kapı ağır ağır açıldı ve büyük köşk kendini daha fazla belli etti.Arabayı bir park alanına park ettiler.Arabalar geldiğinde birkaç hizmetçide valizleri almaya gelmişti.Beraber köşkün kapısına ilerlediler.Vinco kapı tokmağını sert sert vurdu ve kapı yavaşça açıldı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Pembe Köşk
Romanceİki kız kardeşin evlerinden taşınıp büyük aile evlerine gelmeleri ile başlayan maceraları ve evde kaosun bitmeyeceği günler.Onları neler bekliyor?