Bu sıralar saatlerle ilgili sorunlarım vardı ve bunun kolay kolay yok olmayacağını biliyordum. Dün akşam geç yatmanın üzerimde bıraktığı ağırlık hissiyle uyanmam yetmiyormuş gibi şimdi yemezsem öğlene kadar karnımı doyurma fırsatı bulamam diye mideme zar zor bir şeyler göndermeye çalışıyordum. Annemin gece geç saatler gelip üstüne sabahları koşuya çıkmasını hatırlayınca hayret ettim. "Annem çok güçlü."
Kendi kendime konuştuğumu duyan Yejun elindeki tabağı önüme koydu. "Dün gece yedide dinleneyim demiştim, uyuya kalmışım. Sabah dörtte uyandım. İnanır mısın kendimi çok dinç hissediyorum."
"Neden acaba?" diye tersledim onu.
Gözlerini devirip çapraz sandalyeye yerleşip hazırladığı şeylerden yemek için tahta çubuklarını aldı. "Jimin diyor ki söyle o paydoşa, oralarda yeni arkadaşlar edinip de bize rest çekmesin. Bir haftadır doğru dürüst görüşemiyoruz. Evin yolunu bulsun yoksa o yola beton döşerim dedi."
"Arkadaş ne? Yeniyor mu?"
Gözlerini devireceği zamanları hesaplama gibi bir özellik kazanmıştım. "Şu haline bak ya. Şaka maka çökmüşsün sen oğlum. İzin falan mı alsan acaba? Hasta oldum ayağına falan." Ağzına hazır ton balığını tıkarken endişeyle baktı bana.
"İlk haftadan izin alayım, doğru söylüyorsun." Metal çubuğu yumurtaya batırdım. "İkinci hafta da onlar bana yol verir. Ne güzel."
"Sana da yaranılmıyor. Ye yemeğini de git artık. Bulaşıklar da bana kalıyor, fark etmiyorum sanma." Cümlelerinin arasına iğneleyici kelimelerini sokmaya başladığına göre şu anda bana gıcık oluyor demekti.
Bay Kim hakkında öğrendiklerimi her ne kadar beni rahatsız etse de Jimin'in de olduğu daha müsait bir anda anlatmaya karar verdim. Yerine gelen iştahımla ağzıma yumurtamı yığarken biraz da ciddi konulara değindim. "Çok konuşma da iş meselesini ne yaptın? Onu söyle."
"Bakıyorum işte bir şeyler. Bulamadım daha." Umursamaz Yejin yeniden sahalarda. "Akşam Jimin'e gidiyorum. Gelir misin?"
"Olur." dedikten sonra dolu doluya kahvaltımı edip otobüsü kaçırmamak için aceleyle çıktım ve kalabalık bir toplu taşıma seansından sonra yeni bir iş günü için ofisin yolunu tuttum. Bayan Woo'nun gelmesine dakikalar kalan oyalanmadan mutfağa gidip çayını yaptım ve elimdeki katalogların üzerine sabitleyip dikkatlice odasına girdim. Elindeki dosyadan bir şeyler okuyordu. Dönüp bakmadı. Çayını ve katalogları ayrı ayrı masanın üzerine koydum. Çayına uzanırken dosyayı bıraktı. "Bir şeyler bulabildin mi?" diye sordu.
"Birkaç küçük ayrıntı var aslında ama aynısı diyebileceğim bir şey görmedim. Bence yeni koleksiyon tamamen kendine özgü." Saatlerimi sonucunda hiçbir şey elde edemediğim bir işe adamam lisede ders çalışmak yerine fanı olduğu gurubun videolarını izlemekte olan Jungkook ile aynı duyguları paylaşmama neden olmuş olsa da böylesi daha iyiydi sanırım. Yani şirket açısından.
"Güzel." Benimkinden daha kaliteli koltuğunda geriye yaslandı. "Çok yormamıştır umarım seni."
"Ölüyordum az kalsın." Kaşları havalandı. Ne söylediğimi fark edip gülümseyerek toparladım. "Yani biraz zordu. İşe yeni alışıyorum ya. Eve geç döndüm ve akşam yemeği olarak börek, yanında dört paket bisküvi yedim. Ayaklarım uyuştuğu için az kalsın düşüyordum ama kurtuldum. Kısacası yorucuydu ancak yine de hepsini bitirdim. Yani... Böyle işte."
İlgisini kaybetmiş gözlerini bana çevirip "İyi." dedi. "Bugün birkaç şey dışında pek bir şey yok ama yarın ki değerlendirme toplantısına katılmam gerekiyor. Sen de yanımda olacaksın. Ne olur ne olmaz diye hep tetikte ol."