Hayır, hayır. Sen şeyi hatırlıyor musun? Hani okulun yılbaşı partisinde tuvalette işi götürürken işediğin zamanı."
Herkesin gülüşü masayı inletirken ikinci bardağım olan içkiden bir yudum aldım. Bugün üniversiteden arkadaşlarımla küçük bir buluşma yapmak için toplanmıştık. Mezun olduğumuz için eski kadar sık görüşmüyorduk ama bu gece kimse bunu önemsiyor gibi durmuyordu. Ortama ayak uydurmaya çalışıyordum. Üzerimde birkaç gün önce beliren hisleri hâlâ kendimden uzaklaştıramıyordum.
Kırmızı kazağımın koluyla dudaklarımı gelişigüzel sildim. Son birkaç gündür hasta olacak gibiydim. Burnum hafifçe akıyordu ara sıra. İçkimden bir yudum daha aldım. Sık yapmadığım bir biçimde kendi dünyama geçiş yaparken duyduğum sesler basıklaştı. Düşüncelerim sadeleşti ve ben sadece kayboldum. Beni çekip çıkaran şey ise üzerimde hissettiğim gözlerdi. Rahatsızca yerimde kıpırdandım ve masada kimsenin odağı olmadığımı fark edince temkinlice etrafa bakındım. Tam bu sırada mekanın cam kapısının arkasında kaybolan bir gölge gördüm. Göz göze gelmemiz o kadar kısa sürmüştü ki yüzünü bile seçememiştim.
İçimde büyüyen merak duygusuyla kalkmak istedim ama bir ses beni durdurdu. Belki de sadece içeri girmekten vazgeçen herhangi biriydi. Paranoyaklaşıyordum. Kafamı sallayıp muhabbete dönmeye çalıştım ama bakışlarım hep kapıya kayıp duruyordu. İçki içme hevesim kaybolup giderken bardağımı avuçlarımın arasından ayırdım.
***
Yeni bir iş günü yeni bir dramı doğurmaya başlamışken panikle eşyalarımı topluyorum. Bugün alarmımı uzun zaman sonra ilk defa fark etmeden ertelenmiştim. Annem şans eseri uyanmadığımı fark edip odama gelmişti ve bu sayede hemencik üzerimi değiştirip saçlarımı yapıp evden çıkmıştım. Yemek yemek bu ikisinden daha önemli değildi. Yolda bir şeyler atıştırmayı planlanmış ama otobüsü kaçırmayı göze alamayıp durağa yürümüş, büyük şans ki son anda otobüse binebilmiştim. Böylece aç karnına odamda telefonlara bakarken zil çalan midemi yok saymaya çalışıyordum. Küçük bir ara bulup mutfaktan bir kupa çay ve tuzlu kraker aldım. Bu ofisteki tüm tuzlu krakerler bana çalışıyor olabilirdi çünkü hepsini benim yediğime emindim. Açlığımı bu şekilde azıcık da olsa bastırıp çalışmaya devam etmek istedim. Ta ki Bayan Woo arayana kadar.
"Efendim Bayan Woo."
"Sana gönderdiğim katalogdaki değişimleri düzelttin mi? Eğer öyleyse şimdi kalkıp Bay Kim'e onları ilet. Tam olarak benim yapacağım şekilde yap ve onu ikna et."
"Bayan Woo, bunu siz yapsanız daha iyi olmaz mı?" diye çekingen sesimle sordum.
"Sana söylediğime göre olmaz." diyerek karşılık verdiğinde dudağımı ısırdım.
"Öyle demek istemedim. Sadece ben bu konularda çok iyi değilim. Berbat etmek istemiyorum. Ama deneyeceğim ve elimden gelenin en iyisini yapacağım."
"Madem öyle iyi şanslar." dedi ve telefonu kapattı.
Derin bir nefes alıp ayağa kalktım. Soğumuş çayımdan bir yudum daha aldım ve kendimi toparlamaya çalıştım. Bay Kim'in yanında geriliyordum, ondan kaçmak için nedenlerim vardı ve ne hikmetse neredeyse her iş günü bir şekilde Bay Kim'i görmeden bitmiyordu. Sıradan bir ofis çalışanın patronunu bu kadar sık görmesi normal miydi?
Masamda duran yuvarlak aynamı elime alıp kendime baktım. Saçlarım dağılmamıştı, yüzüm şiş değildi. İdare ederdi yani. Kataloğu kolumun altına sıkıştırıp Bay Kim'in odasının yolunu tuttum. Dürüst olmak gerekirse daha önce hiç Bay Kim'in odasına girmemiştim. Koskoca şirketin patronunun odasına girmek ister istemez kalbimi hızlandırıyordu. Bu iyi bir çalışan olduğumu göstermez miydi?