BÖLÜM 4: BİZLİ GECELERE

41 13 22
                                    


BİZLİ GECELERE

~•~•~•

İki şeye hakkım var: özgürlük ve ölüm. Birine sahip olamazsam ötekini isterim, çünkü kimse beni canlı tutsak edemez; demiş Che Guevara.

Türkler için de hep iki seçenek olmuştu. Ya istiklal ya ölüm!

Ölümden korkmazdık biz. Ölüm, bizim boynumuzu süsleyen altın bir şeref madalyasıydı çünkü. Göğsümüzü gererek dile getireceğimiz bir kelime; şehadet.

Savaş, Türk'ün düğünüdür. Bu aziz vatan için can vermek, boynumuzun borcudur. Damarımızda akan Türk kanı, bizi bu yolda muzaffer kılıyordu.

Mücadele etmeden yenilgiyi kabul edecek bir millet değildik. Tarihimizin bu kadar uzun yıllara dayanmasının sebebi buydu belki de. Savaşmadan bir köşeye sinip, tüm yaşananları izleyerek kabullenmek için fazla deli akıyordu kanımız. Umut ve mücadele bittiği zaman biterdi savaş.

Bizim umudumuz henüz bitmemişti. Aksine, daha yeni başlıyorduk. Sabrın sonu selamettir derler. Biz senelerdir sabrediyorduk ve sabır, en büyük mücadeleydi. Umutsuzluğu yenmek ve yarınlara sımsıkı tutunmak.

İki örgüt birleşmişti, umut büyümüştü. Artık daha güçlüydük. Sağ veya sol değil, birdik. Tek yürektik. En başından beri olması gerektiği gibi.

6 sene önce yaşanan katliamları hatırlıyordum. Nasıl bölünüp birbirimize düşman kesildiğimizi. Siyaset uğruna can alıp verdiğimizi. Takım tutar gibi parti tutup, bir Tanrı'ya tapar gibi başımızdaki siyasetçilere taptığımızı. Olan bize olmuştu, kendi kendimizi bitirmiştik.

Türkiye'ye kimse son vermemişti. Türkiye, kendi iç savaşında mağlup olmuştu. İntihar etmişti bir nevi.

Son pişmanlık fayda sağlar mıydı? İnsanlar bu yaşadıklarından ders çıkartıp düzelir miydi? O yumdukları gözlerini açarlar mıydı? Hiç sanmıyordum. Ülkeyi tatil köyüne çevirip bizi bu hale getiren hükümet şimdi tekrar gelse, yine destekleyecek insanlar çıkacağına emindim. Selçuklu, Osmanlı, Türkiye gibi büyük devletler yıkılmıştı ama biz hiçbir zaman ders çıkarmayı öğrenememiştik.

Atam'dan özür dilesek affeder miydi bizi acaba? Emanetine sahip çıkamadığımız için kızar mıydı bize? Ona layık bir Türk genci olamamanın verdiği hüznü yaşıyordum her gün içimde.

Özür dileriz Atam. Senden ve birlikte mücadele verdiğin şehitlerden, gazilerden, Türk insanından özür dileriz. Sen bize tek bir emanet bıraktın ama biz 85 milyon kişi, o emaneti korumaya aciz kaldık.

Elimdeki son umuda, karşımda oturan Ertuğ Rüzgar Karakan'a sımsıkı tutunmak istiyordum. Tüm benliğimle savaşmak ve bize ait olanı geri almak istiyordum. Bir kere el ele vermiştik. Bu saatten sonra bizi bölmeye kimsenin gücü yetmezdi. Zafere tüm kalbimle inanıyordum ve çabalıyordum.

"Cumhurbaşkanlığı külliyesini nasıl buldunuz? Son dönemlerde oldukça geliştirdik. Duvarlar bile altın kaplama artık. Başka hangi ülkede var böylesi?" Marah Barhum'un sözleri, Karakan'ı güldürdü. Aşağılayıcı bir gülümsemeydi bu.

"Girişte Türk bayrağının asılı olduğu zamanlar, bu topraklar için çok daha verimli zamanlardı. Şimdi sadece bir biblo görevi görmekten öteye geçmiyor. Ama haklı olduğunuz bir konu var. Başka hiçbir ülkede böylesi yok çünkü sonradan görmenin zirvesini yaşayan tek hükümet sizin hükümetiniz."

Karakan'ın sözlerine, ayakta alkış tutmak istedim. İçimden geçenlere tercüman olmuştu resmen. Kimseden korkusu olmayan, cesur bir adamdı. Suriyelilerin mekanında, onların yönetim merkezinde, başbakan karşısında, hiç çekinmeden ağzına geleni söylüyor ve bundan asla pişmanlık duymuyordu. Üstelik yalnızdı ve yanında tek bir koruması bile yoktu. Türkçe konuşmanın cezası idamdı ama buna rağmen tek bir sözcük, Arapça çıkmamıştı ağzından. Hayatına burada son verseler, elinden hiçbir şey gelmezdi ama bu umrunda dahi değildi. İçinden geldiği gibi davranıyordu. Cidden hayran olunası bir karaktere sahipti. Her şeyden önce kendine özgüydü.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jul 04 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

TEK YÜREK Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin