Bir gün bir garip gezgin grubu gemiyle keşif yaparken, havanın karardığı dalgaların arttığı bir yere doğru istemeden çekildiler. Geriye dönmek isteseler de fırtınadan dolayı önlerini göremezlerdi. Bir vakit sonra gün ışığını gördüler ve oraya doğru ilerlediler. Karşılarına daha önce hiç görmedikleri bir ada çıktı. Her ağaçta meyveler vardı ve hayvanlar koşuşturuyordu. Gemiyle adanın etrafını dolaşırlarken denizden girilebilen bir mağra keşfettiler ve iki sandalla bu mağraya girdiler...
Gezginler mağranın içinde, etrafı deniz sularıyla kaplı bir adacık gördüler. Adacığın üstünde parlayan bir kristal vardı ve göz kamaştıran bir ışık belirli bir yeri aydınlatıyordu. Gezginler parlak kristali görünce "Bu çok kazançlı bir keşif olacak galiba" diye düşündüler. Aydınlattığı yere baktıklarında hasırdan örülmüş bir sepetin içinde kundaklanmış bir bebek gördüler. Bebek derin bir uykuda görünüyordu.
Bebeği kucaklamak istediklerinde bebek gözlerini açtı ve iki gözünde aniden beş saniye kadar siyahlık belirdi sonra bebeğin gözündeki siyahlık kayboldu. Siyahlık damarlarına geçmişti. Damarlarında siyah kan akmaya başladı. Kanında ilerleyen siyahlık sanki bir doğum lekesi olarak sağ bileğinin iç kısmında damarların üstünde durdu ve efsanenin dövmesi oluşmaya başlamıştı. Ama gezginler kundağa sarılı bebeğin bileğindeki değişimi görememişlerdir.
Gezginler, bebeğin gözündeki siyahlık kaybolduğunda şaşırıp biraz korksalar da, bir bebekten zarar gelmeyeceğini düşündüklerinden onu kucakladılar.
Bebeğe dikkatlice baktıklarında, esmer tenini, orman yeşili gözlerini ve simsiyah saçlarını gördüler.
Kundağın içindeki bebeğin sağ bileğinde kara korsan dövmesi belirmişti. Her şeyden habersiz olan gezginler, bebeği yanlarına aldılar. Bebeğin gözlerini gördükten sonra kristali unuttular ve sadece onu alıp dışarı çıkmak istediler, sanki gözlerini görenler hipnotize olmuştu.
Kristali unuttuklarını fark ettiklerinde geri dönmek isteyenler oldu, ama çok geçti; mağranın girişi çökmüştü. Görenler, içerde benzer bir şeyin olduğunu düşündü geri dönüp enkazdan kristali çıkarmak isteseler de hem çok zaman kaybetmişlerdi hem de ağır kayaları kaldıracak aletler yoktu. Hiçbir şey yapamadılar, yollarına devam ettiler. Bir şekilde pusula yardımıyla yollarını bulmaya çalıştılar.
Aralarında bebeği tutan olgun kadın,"𝐔𝐜𝐮𝐳 𝐤𝐮𝐫𝐭𝐮𝐥𝐝𝐮𝐤. 𝐁𝐮 𝐛𝐞𝐛𝐞𝐤 𝐧𝐞 𝐤𝐚𝐝𝐚𝐫 𝐠𝐢𝐳𝐞𝐦𝐥𝐢 𝐯𝐞 𝐠𝐚𝐫𝐢𝐩! 𝐒𝐞𝐧 𝐧𝐚𝐬ı𝐥 𝐛𝐢𝐫 𝐜𝐚𝐧𝐚𝐯𝐚𝐫𝐬ı𝐧 𝐛𝐨̈𝐲𝐥𝐞? Ö𝐧𝐜𝐞 ı𝐬𝐬ı𝐳 𝐛𝐢𝐫 𝐛𝐨̈𝐥𝐠𝐞𝐧𝐢𝐧 𝐞𝐥 𝐝𝐞𝐠̆𝐦𝐞𝐦𝐢𝐬̧ 𝐠𝐢𝐛𝐢 𝐠𝐨̈𝐳𝐮̈𝐤𝐞𝐧 𝐝𝐞𝐧𝐢𝐳𝐝𝐞𝐧 𝐠𝐢𝐫𝐢𝐥𝐞𝐧 𝐦𝐚𝐠̆𝐫𝐚𝐝𝐚 ı𝐬̧ı𝐤 𝐚𝐥𝐭ı𝐧𝐝𝐚 𝐛𝐞𝐥𝐢𝐫𝐝𝐢𝐧, 𝐬𝐨𝐧𝐫𝐚 𝐬𝐞𝐧𝐢 𝐚𝐥ı𝐩 𝐦𝐚𝐠̆𝐫𝐚𝐝𝐚𝐧 𝐜̧ı𝐤𝐭ı𝐠̆ı𝐦ı𝐳𝐝𝐚 𝐦𝐚𝐠̆𝐫𝐚 𝐜̧𝐨̈𝐤𝐭𝐮̈. 𝐂̧𝐨𝐤 𝐠𝐢𝐳𝐞𝐦𝐥𝐢𝐬𝐢𝐧. 𝐒𝐞𝐧 𝐛𝐮𝐧𝐝𝐚𝐧 𝐬𝐨𝐧𝐫𝐚 𝐛𝐢𝐳 𝐠𝐞𝐳𝐠𝐢𝐧𝐥𝐞𝐫𝐥𝐞 𝐛𝐞𝐫𝐚𝐛𝐞𝐫 𝐛𝐞𝐧𝐢𝐦 𝐡𝐢𝐦𝐚𝐲𝐞𝐦𝐝𝐞 𝐲𝐚𝐬̧𝐚𝐲𝐚𝐜𝐚𝐤𝐬ı𝐧. 𝐎̈𝐧𝐜𝐞 𝐬𝐚𝐧𝐚 𝐛𝐢𝐫 𝐢𝐬𝐢𝐦 𝐯𝐞𝐫𝐦𝐞𝐥𝐢, 𝐚𝐦𝐚 𝐧𝐞?" derken bebeğe kardeşi gibi bakan ufak kız, halasına bakarak,"𝐌𝐞𝐲 𝐡𝐚𝐥𝐚, 𝐨𝐧𝐮𝐧 𝐢𝐬𝐦𝐢𝐧𝐢 𝐛𝐞𝐧 𝐤𝐨𝐲𝐚𝐛𝐢𝐥𝐢𝐫 𝐦𝐢𝐲𝐢𝐦?" dedi.
Mey hala, "𝐃𝐞𝐦𝐞𝐤 𝐬𝐞𝐧 𝐤𝐨𝐲𝐦𝐚𝐤 𝐢𝐬𝐭𝐢𝐲𝐨𝐫𝐬𝐮𝐧, 𝐤𝐮̈𝐜̧𝐮̈𝐠̆𝐮̈𝐦 𝐋𝐢𝐧𝐝𝐚. 𝐁𝐮𝐧𝐚 𝐛𝐢𝐫 𝐬̧𝐚𝐫𝐭𝐥𝐚 𝐢𝐳𝐢𝐧 𝐯𝐞𝐫𝐢𝐫𝐢𝐦; 𝐞𝐠̆𝐞𝐫 𝐨𝐧𝐚 𝐛𝐢𝐳 𝐢𝐬̧𝐢𝐦𝐢𝐳𝐢 𝐲𝐚𝐩𝐚𝐫𝐤𝐞𝐧 𝐠𝐨̈𝐳 𝐤𝐮𝐥𝐚𝐤 𝐨𝐥𝐮𝐩 𝐛𝐚𝐤ı𝐜ı𝐥ı𝐠̆ı𝐧ı 𝐮̈𝐬𝐭𝐥𝐞𝐧𝐞𝐜𝐞𝐤𝐬𝐞𝐧," dedi.
YOU ARE READING
Kara Korsan EFSANESİ
Science FictionBir gün bir garip gezgin grubu gemiyle keşif yaparken, havanın karardığı ve dalgaların arttığı bir yere doğru istemeden çekildiler. Geriye dönmek isteseler de fırtınadan dolayı önlerini göremezlerdi. Bir vakit sonra gün ışığını gördüler ve oraya doğ...