Sabah olmuştu. Emre hâlâ uyuyordu, ben ise tepeden aşağıyı izliyordum. Olası bir saldırı ya da kaçırılma durumunda nereden uzaklaşabileceğimi düşünüyordum. İlham aldığım iki insan vardı: Biri babam, diğeri ise Sherlock Holmes'tü. İkisi gibi düşünmeyi severdim. Arkamdan Emre'nin ayak seslerini duydum ve yavaşça döndüm.
"Günaydın," dedi sevecen bir sesle. Ben de yine aynı donukluğumla "Günaydın," dedim. Kahvaltı hakkında ne yapacağımızı sordum. "Kimse bu günlerde evine almaz bizi," dedim. Emre bilge bir sesle, "Gerek yok. Tepeyi tırmanırken porcini mantarı gördüm. Yenilebilir bir mantardır. Ekmekle yediğinde doyurucu oluyor," dedi. Ben de, "Ateş yakarım, ısıtıp yiyebiliriz," dedim.
Yaklaşık bir saat sonra Emre, bir ekmek ve mantarlarla geri dönmüştü. Ben ateşi yakmış, mantarları pişiriyordum. Ekmek arasına koyup yemeye başladık. Sessizce kahvaltımızı bitirdik.
Planımızı anlattım. "Emre, sen köyün üstündeki tapınaklara gideceksin. İçeri bir bak, bir insan girmiş olabilir mi, yoksa bomboş mu diye. Ben de muhtara gidip köydeki son cinayet hakkında bilgi almaya çalışacağım," dedim. Emre, "Tamam," dedi.
Bu ayrımın her birimiz için tehlikeli olabileceğinin farkındaydık. Ama başka seçeneğimiz yoktu. Buralara kadar gelmişken, babamı ve köydeki diğer kayıpları bulmak için her şeyi göze almalıydık. Emre'nin gözlerinde kararlılığı ve cesareti görebiliyordum. Aynı duygular benim içimde de kaynıyordu. Her ikimiz de ne pahasına olursa olsun gerçeği ortaya çıkarmaya kararlıydık.
Emre, gerekli malzemelerini toplarken ben de çantamı hazırladım. Silahımı kontrol ettim, not defterimi ve kalemimi yanıma aldım. Muhtarın evi köyün merkezindeydi, oraya gidecek ve onunla konuşacaktım. Emre'nin de tapınaklarda ne bulacağını merak ediyordum. İçimde bir huzursuzluk vardı ama aynı zamanda bir umut ışığı da hissediyordum. Bu köydeki gizemi çözmek ve babamı bulmak için sonuna kadar gitmeye hazırdım.
Emre ile vedalaştık ve yollarımızı ayırdık. Her ikimiz de kendi yolumuzda ilerlerken, aklımızda hep aynı soru vardı: Bu köyün karanlık sırları nelerdir ve onları ortaya çıkarmak için ne kadar ileri gitmemiz gerekecek?
Ece muhtarın evine giderken ben de tapınaklara doğru yol alıyordum. Yolculuk yaklaşık iki saat sürdü ve sonunda varmıştım. Tapınak, mermer ve tarihi kayalardan oluşmuş kemerli bir kapıyla karşılıyordu beni. İçeri girmeden önce büyüteçimi çıkardım ve zemini dikkatlice inceledim. Ayakkabı izi arıyordum ve evet, oradaydı. Bu izler bir kıza aitti, ya kaçırılan kurbanlardan biriydi ya da bu cinayetleri işleyenlerden biri.
İzler aşağıya, karanlık bir merdivene doğru iniyordu. Merdivenler eski taşlardan yapılmıştı ve her adımda daha da karanlıklaşıyordu. Yanımda getirdiğim el fenerini açtım ve dikkatle ilerledim. Merdivenlerin sonunda geniş bir oda vardı. Odanın ortasında eski, tozlu masalar ve uzun kırmızı kapüşonlu bir pelerin asılı duruyordu. Bu pelerin oldukça eski görünüyordu, ancak dikkatli bir gözlemci olarak hemen fark ettim ki, pelerinin üzerinde birkaç taze leke vardı.
Pelerine yaklaştım ve dikkatlice inceledim. Üstünde bir saç teli buldum, uzun ve kızıl bir saç teli. Bu, buraya yakın zamanda bir kadının geldiğini ya da getirildiğini gösteriyordu. Saç telini dikkatlice kapatılabilir bir poşete koydum. Bu kanıtın önemli olabileceğini düşündüm, çünkü kaybolan ya da öldürülen kızlardan birine ait olabilirdi.
Odanın diğer kısımlarını da incelemeye başladım. Masaların üstünde eski kitaplar ve parşömenler vardı. Birkaç tanesini açtım ve anlamaya çalıştım. Eski yazılar ve sembollerle doluydular. Bu yazıların bir kısmı büyüyle ilgili gibi görünüyordu. Burada ne tür bir tarikatın faaliyette olduğunu anlamaya çalışıyordum.
İçimde bir huzursuzluk hissettim. Bu yerin enerjisi karanlık ve ürkütücüydü. Sanki duvarlar bana doğru kapanıyormuş gibi hissettim. Ama burada olmamın bir sebebi vardı. Ahmet'in ve diğer kayıpların peşindeydim. Bu tapınak, onların izini sürebileceğim önemli bir ipucuydu.
Derin bir nefes aldım ve odadaki her detayı dikkatlice incelemeye devam ettim. Bir köşede, yere atılmış bir not defteri gördüm. Defteri elime aldım ve sayfalarını hızlıca karıştırdım. İçinde, tanımadığım bir el yazısıyla yazılmış notlar vardı. Notlar, köydeki kayıplarla ilgiliydi ve bazı isimler ve tarihler içeriyordu. Bu, çok değerli bir buluştu.
Defteri dikkatlice çantama yerleştirdim ve odanın diğer bölümlerini araştırmaya devam ettim. Her köşeyi, her detayı inceledim. Bu tapınağın sırrını çözmek için her şeyi yapmalıydım. Ece ile buluştuğumda, ona burada bulduklarımı anlatacak ve birlikte bir sonraki adımı planlayacaktık. Ama şimdilik, bu tapınağın karanlık sırlarını tek başıma çözmeye devam etmeliydim.
Pelerinin arkasında bir dolap vardı ve dolabın yanına gittim. Dolabı açtığımda kocaman katlanmış bir kağıt buldum. Kağıdı açtığımda üzerinde neredeyse 48 tane rüne benzeyen işaretler ve yanlarında anlamları vardı. Bunların anlamını bilmiyordum, ama kesinlikle önemli bir şeydi. Bu kağıdı çantamın içine koydum.
Tam tapınaktan çıkacakken önüme iki kişi çıktı. Yüzleri kapalı, kırmızı kapşonlu pelerinler giymişlerdi. İçimden "Olamaz" dedim. Adamlar sessizce bana doğru yaklaşıyordu. İçimdeki korkuyu bastırarak, "Buraya nasıl girdiniz? Doğru, siz araştırma gazetecisisiniz," dediler.
Kendimi toparlamaya çalışarak, "Hayır, ben arkeoloğum. Sadece keşif yapmaya geldim," dedim korkuyla. Ama bu, onları durdurmaya yetmedi. İkisi de gizemli bir şekilde ilerliyordu bana doğru.
İkisinden biri, elindeki zinciri döndürerek kafama fırlattı ve ben de o anda bayıldım. Dünyam karardı ve yere yığıldım. Gözlerim kapanırken, tek düşündüğüm şey Ece'ye ve burada bulduğum ipuçlarına ulaşmam gerektiğiydi. Ancak, bu an için yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Bilincimi kaybederek karanlığa teslim oldum.
Muhtarın evine gelmiştim. Ev iki katlı ve büyüktü. Evin kapısına tıklattım ve bir kadın açtı. Saçında yazma, şalvarlı birisi vardı. "Merhaba, ne için geldiniz?" diye sordu.
"Ben araştırma gazetecisiyim. Cinayet ve kaçırılma olayları hakkında muhtardan yardım almak istiyorum," dedim. Kadın, "Peki, içeri gelin," diyerek ilerledi. "Aç mısınız, kahvaltı yaptınız mı?" diye sordu. Ben de, "Evet, yaptım, çok teşekkürler," dedim.
Muhtar içeri girdi. "Merhaba kızım, ne için geldin?" diye sordu.
"Ben kayıp insanlar ve cinayetleri araştırmaya geldim. Kaybolan insanlardan biri de benim babam. O da benimle aynı sebepten buraya gelmişti," dedim.
"Anladım kızım. Çay ister misin?" diye sordu. Kabul ettim. "Olur," dedim. Kadın bize çay koymaya gitti ve biz de konuşmaya başladık. Muhtarın adı Mustafa’ydı."Mustafa Bey, en sonki cinayet veya kaçırılma ne zaman oldu, bilginiz var mı?" diye sordum.
"Evet, var," dedi.
"Nedir?" diye sordum.
"Mustafa, bir kız kaçırıldı. Sinem adında, kızıl saçlı, kıvırcık saçlıydı. Ailesi de benim yakın dostlarımdandır. Bayağı sevilen bir kızdı," dedi.Bunları not aldım ve şu soruyu yönelttim: "Peki, Sinem’in sevgilisi veya onun gibi bir arkadaşı var mıydı? Ya da onu sevmeyen biri?"
"Bir erkek arkadaşı vardı, Ali adında. Sinem kaybolduğunda ortalıkta pek görülmemişti," dedi.Çay gelmişti. Çayımı içtikten sonra teşekkür edip evden çıktım. Tepeye doğru ilerledim. Tepeye tırmandım ama Emre orada yoktu. Çok gerilmiştim. Hızlıca tapınaklara doğru ilerledim.
Kalbim çılgınca çarpıyordu. Tapınaklara yaklaştıkça, Emre'nin nerede olduğunu ve başına neler gelmiş olabileceğini düşündüm. İçimde büyüyen kaygıyla adımlarımı hızlandırdım. Tapınakların önüne geldiğimde, Emre'yi bulmayı umarak içeri daldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Ruhun Laneti
Horror**Kayıp Ruhun Laneti** --- Türkiye'nin gizemli ve izole edilmiş bir köyü olan Gümüşsırt, yüzyıllardır süregelen karanlık bir efsaneye ev sahipliği yapmaktadır. Köy, gece çöktüğünde ortadan kaybolan insanlarla ve etrafta dolaşan uğursuz hikayelerle a...