Saçımda tel toka vardı, ahşap ve demirle işlenmiş kapının deliğine soktum ve biraz zorlandım ama açmayı başardım. Kapıyı açtığımda etraf toprak ve tozdan oluşmuş bir sisle kaplanmıştı, neredeyse hiçbir şey göremiyordum. Emre'nin ve benim çantamı aldım.
Ancak arkamdan biri silah doğrulttu ve dedi ki, "Hey, sen! Ellerini hemen havaya kaldır, yoksa kafana kurşun sıkarım. Ona göre."
Ellerimi kaldırdım ve ona doğru iki yavaş adım attım. "Çantalarını hemen indir yere," dedi. Korkmuş gibi yaparak sinirlenmiş ruhumu sahte bir özgüvenle donatıyordum.
Çantamı yere koyduktan sonra doğrulurken belimdeki silahı alıp ateş edebilirdim ama ben alana kadar sıkacağını bildiğim için elime az da olsa toprak aldım ve hızlıca yüzüne attım. Çocuk sersemlemişti ve ben de belimdeki silahı alıp karnını ve ayağını vurdum. Çantaları alıp koşmaya başladım.
Koşarken kalbim deli gibi atıyordu, adımlarım hızlandıkça nefesim daha da daralıyordu. Ormanın derinliklerine doğru ilerliyordum, kaçacak başka bir yol yoktu. Etraf sessizdi, sadece yaprakların hışırtısı ve uzaktan gelen kuş sesleri duyuluyordu. Ama içimdeki panik büyüyordu, her an birinin peşimde olduğunu hissediyordum.
Ağaçların arasında ilerlerken bir an durup nefesimi toparlamaya çalıştım. Etrafta bir işaret, bir iz arıyordum. Emre'yi bulmam gerekiyordu. O olmadan buradan kurtulmamız imkansızdı. İçimdeki korkuyu bastırmaya çalışarak, derin bir nefes aldım ve tekrar hareket etmeye başladım.
Az ileride bir açıklık gördüm. Oraya yaklaştıkça Emre'nin siluetini fark ettim. Kalbim biraz olsun rahatladı. Ona doğru seslendim, "Emre! Buradayım!" O da beni fark etti ve hızla bana doğru geldi.
"Ece! İyi misin?" diye sordu, yüzünde endişe vardı.
"Evet, iyiyim. Ama buradan hemen çıkmamız lazım," dedim, çantaları sımsıkı tutarak. "Köyden kısa süreliğine uzaklaşmamız gerekiyor. Bu cehennemden kurtulmak için."
Emre başını salladı. "Tamam, o zaman hemen yola koyulalım. Bu orman bizi saklar ve kimse bizi bulamaz."
Beraberce ormanın derinliklerine doğru ilerlemeye başladık. Korku ve endişe içimize işlemişti ama birbirimize destek olarak, buradan kaçmak için umutla ilerlemeye devam ettik.
Ormanda kurumuş yaprakların ve dal parçalarının çıtırtıları arasında ilerliyorduk. Bu sesler, hem bizi sakinleştiriyor hem de adımlarımızın ritmini belirliyordu. İçimde bir huzur vardı ama aynı zamanda Emre'ye karşı hissettiğim duygularla boğuşuyordum. Zaman geçtikçe ona olan hislerim güçleniyordu. Ama aynı zamanda onunla birlikte olmak istememenin getirdiği içsel bir çatışma yaşıyordum.
Bir an duraksadım ve Emre'ye dönerek, "Emre, öldüğünü sandım," dedim.
O aptal ama güzel gülümsemesiyle, "Hayır, ölmedim," dedi.
"Çok güzel. Tek başıma bununla savaşamazdım," dedim, içimde bir rahatlama hissiyle.
Emre kollarını hafifçe açtı ve bana doğru ilerledi. Bir eli boynuma, diğeri belime dolandı. Kalbim hızla atıyordu ve gerildim. Neden böyle sarılıyordu? Ama aynı zamanda bu sarılma iyi gelmişti, bir güven hissi veriyordu.
Bende sarıldım ve birkaç saniye bu anın tadını çıkardım. Sonra birbirimizden ayrıldık ve yürümeye devam ettik. Ormanın derinliklerine doğru ilerlerken, içimdeki çatışmayı ve hislerimi anlamaya çalışıyordum. Emre'nin varlığı, her ne kadar karmaşık duygular uyandırsa da, şu an için bana güç veriyordu. Birlikte, bu zorluğun üstesinden gelmeye kararlıydık.
Ormanın derinliklerinde yürürken, Emre'ye o gizemli adam hakkında bilgi vermeye karar verdim. Söze başladım: "Beni tutsak ettiklerinde bir adam yanıma geldi. Herhalde tüm tarikatın lideri olabilir. Bu adam, cinayetlerin neden işlendiği ve tapınakta olduklarının sebebini açıkladı."
Emre dikkatle dinliyordu. "Bir kadim ruh varmış," dedim, "Bu ruh her yıl enerjisini kaybetmemek için 10 kişinin ruhunu alması gerekiyormuş. Ve bu tarikatın tapınaklarda yaşamasının sebebi şu: Eski zamanlarda, güneş tutulmasından korkan halklar dağların içine tapınaklar yapmışlar. Güneş tutulması bitene kadar orada kalırlarmış. Şimdi bu tarikat, o eski halkların geleneklerini devam ettirmek için bu tapınaklarda yaşıyor."
Emre'nin yüzünde şaşkın bir ifade belirdi. "Tarikat sadece bu köyde değilmiş," diye devam ettim. "Türkiye'nin bazı köylerinde de varmış. Ama bence tüm o köylerdeki tarikatın merkezi burası. Çünkü diğer köylerde bununla ilgili hiçbir haber bulamadım. Eğer buradaki tarikatı halledersek, hepsi kurtulur."
Emre biraz düşündü, sonra başını sallayarak, "Anladım, garipmiş," dedi.
Bu konuşmanın ardından, içimdeki korku biraz azaldı. Emre'nin yanında olmak, her şeyin üstesinden gelebileceğimizi hissettiriyordu. Ormanın içinde ilerlerken, başımıza geleceklerle yüzleşmeye hazırdık. Birlikte, bu tarikatın karanlık sırlarını ortaya çıkaracak ve insanları kurtaracaktık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kayıp Ruhun Laneti
Horror**Kayıp Ruhun Laneti** --- Türkiye'nin gizemli ve izole edilmiş bir köyü olan Gümüşsırt, yüzyıllardır süregelen karanlık bir efsaneye ev sahipliği yapmaktadır. Köy, gece çöktüğünde ortadan kaybolan insanlarla ve etrafta dolaşan uğursuz hikayelerle a...