2. bölüm Emre'nin keşfi

22 10 10
                                    

(2. Ana karakter)

Sabahın ilk ışıklarıyla uyandım. Gözlerimi henüz açtığımda bile içimde bir heyecan dalgası vardı. Kahverengi gözlerim yavaşça odanın karanlığına alıştı, sonra yatağımdan kalkıp hazırlandım. Aynanın karşısında durup saçlarımı düzelttim, kahverengi saçlarım her zamanki gibi itaatkar bir şekilde şekil aldı. Kaslı ve fit vücuduma oturan düzgün kıyafetlerimi giydim. Annem her zaman "Düzgün giyin, ilk izlenim önemlidir," derdi. Bugün de onun sözünü dinlemiş, en iyi halimle yola çıkmaya hazırdım.

Saat 5:00'te yola koyuldum. Sırt çantamda gerekli eşyalarımı hazırlamıştım: not defterim, kalemlerim, kameram ve birkaç temel ihtiyaç. Arkeolog olmanın yanı sıra, bazen bir dedektif gibi hissetmekten hoşlanıyordum. Ahmet Demirtaş'ın kaybolduğu köy, Gümüşsırt, beni hem tarihi eserlerle hem de çözülememiş sırlarla çağırıyordu.

Annemin endişeli yüzü aklıma geldi. "Gitme Emre, tehlikeli olabilir," demişti. Ama benim içimdeki keşif arzusu, her türlü tehlikeyi göze alacak kadar güçlüydü. Ona vedalaşmadan önce sıkıca sarılmış ve "Merak etme anne, dikkatli olacağım," demiştim. Ama o an biliyordum ki bu yolculuk, beni sadece tarihi eserlerin peşine düşürmeyecek, aynı zamanda kaybolan bir adamın izini sürmeye götürecekti.

Yolculuğun iki saatini düşündüğümden hızlı geçirdim. Dağların arasında uzanan yol, beni büyük ve eski bir pansiyona getirdi. Bu pansiyon, 10 katlı ve her katta 5 daire bulunan oldukça büyük bir yapıydı. Eski, ama bir o kadar da görkemliydi. Eşyalarımı yerleştirdikten sonra hızlıca kahvaltıya indim. Kahvaltı salonuna girdiğimde, kahve kokusu hemen burnuma çarptı. Taze ekmek, zeytin, peynir ve yeşilliklerle dolu bir masa beni bekliyordu. Karnımın guruldamasını bastırmak için masaya oturdum ve yemeğimi almaya başladım.

Kahvaltı yaparken, buraya geliş amacımı düşündüm. Ahmet Demirtaş'ın kayboluşu ve köyün tarihi tapınakları... İki farklı hedefim vardı, ama ikisi de birbirine bağlı gibiydi. Ünlü bir araştırma gazetecisinin izini sürmek, tarihi eserlerin peşine düşmek kadar ilginçti. Belki de Ahmet Demirtaş'ın kayboluşu, köyün derinliklerindeki sırlarla bağlantılıydı. Belki de babamın eski dostu olan bu adam, kaybolmadan önce önemli bir keşif yapmıştı.

Kahvaltımı bitirdikten sonra, masadan kalktım ve etrafı gözlemledim. Köyün sessizliği ve sakinliği, altında yatan karanlık sırları gizliyordu. Pansiyonun dışında yürüyüşe çıkmadan önce, kahvemi alıp bir süre daha oturdum. Kahve beni her zaman sakinleştirir ve düşüncelerimi toparlamamı sağlar. İçimdeki adrenalin ve merak, bir yandan beni huzursuz ederken, diğer yandan bu maceraya atılmak için sabırsızlandırıyordu.

Saat 7:30 civarında pansiyondan çıkmaya hazırdım. Eşyalarımı tekrar kontrol ettim, her şey yerli yerindeydi. Güneş yavaşça yükselirken, köyün gizemli sokaklarına adım attım. Bugün, köyün efsaneleri ve tarihine dair daha fazla bilgi toplayacak, Ahmet Demirtaş'ın izini sürecektim. Belki de köyün sırlarını çözmeye bir adım daha yaklaşacaktım. Her ne olursa olsun, bu yolculuk hayatımda unutulmaz bir yer edinecekti.

**Bölüm 2: Kayıp Tapınakların Peşinde**

---

Bir kaç gün önce televizyonda izlediğim haberleri düşündüm. Ece Demirtaş'ın açıklamalarını hatırlıyordum. Ece, babası Ahmet Demirtaş'ın kayboluşunun ardından köye gelmiş ve kendi araştırmasını yapmak istemişti. Detaylara fazlasıyla takılan biri olarak, Ece'nin burada olduğumu öğrenince pek memnun olmayacağını düşündüm. Onunla tanışmam ve işbirliği yapmam gerektiğine karar verdim. Çünkü buradaki sırları çözmek tek başıma mümkün olmayabilirdi.

İlk işim, Ece'yi bulmak oldu. Bu köyde eski insanların, özellikle yaşlıların çokça bilgisi olacağını biliyordum. Kahvehaneye girip yaşlı adamlardan birine yaklaşarak konuşmaya başladım. İçerideki kahvehane, eski zamanlardan kalma bir atmosferle doluydu. Ahşap masalar ve sandalyeler, duvardaki eski fotoğraflar ve hafif loş bir ışık...

Kayıp Ruhun Laneti Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin