Önceki bölümü okuduğuna emin ol.
"Gitti mi?"
"Gidiyor, gidiyor, gitti!"
"Ay oh be!" Üzerindeki ipek yorganı bir hışımla açarak yataktan atladı Jisung. Toz pembe çoraplarıyla odanın içinde bir tur atıp ayakkabılarını bulduktan sonra hızlıca giydi ve kapının önünde onu bekleyen Yongbok'la beraber mutfağa indiler.
Evlilik haberiyle birlikte Minho'yla beraber sarayın en büyük odalarından birine taşınmışlardı. Kraliçeyi ikna etmek zor olsa da kralın torun sevinci sayesinde çok geçmeden hazırlıklara başlanmış, düğün tarihi belirlenmişti.
"Bunu söyleyeceğim aklımın ucundan geçmezdi ama mutfakta çalışmayı özledim ya." Yarı şakayla karışık konuştuğunda Yongbok güldü. Minho, Jisung'un doğuma kadar çalışmasını yasaklamıştı. Sürekli onu el üstünde tutuyor, tüm hizmetkârları önüne diziyordu. Omega her ne kadar bu durumdan ilk başlarda aşırı memnun olsa da günler geçtikçe sürekli boş boş oturmaktan veya bahçeyi turlamaktan sıkılmıştı.
"Ben de seni özledim ya! Günlerdir zor görüşüyoruz." Sarışın omega dudak büzünce Jisung ona sarılmış ve birlikte mutfağa girmişlerdi.
İkiliyi gören birkaç çalışan Jisung'un önünde eğildiğinde omega şaşkınlıktan küçük dilini yutmak üzereydi. Hemen ellerini havada salladı. "Ay saçmalamayın, kimse önümde eğilmesin." dedi yüksek bir sesle. Bu his hiç hoşuna gitmiyordu. Üst tabakalı insanlar sanki Tanrı'ymış da kullarını kendilerine ibadet etmeye zorluyorlarmış gibi hissediyordu. O yalnızca basit bir mutfak çalışanıydı, prensle evlenecek olması birden asil bir kana sahip olacağı anlamına gelmezdi.
"Aman ne alçakgönüllü." dedi birisi, kendi kendine mırıldanıyormuş gibi söylese de Jisung duymuştu. Her ne kadar sarayın çoğunluğu tahta bir varis doğacağı için mutlu olsa da arada böyle düşünenler olduğunu da biliyordu omega. Eskiden olsa anında cazgırlaşır ve konuşana haddini bildirirdi ama şimdi yalnızca görmezden gelmek istiyordu. Kıskanıyorlardı işte. Uzadığı için neredeyse omuzlarına varan ipek gibi kahverengi saçları, kırmızının en güzel tonundaki tombul yanakları, büyük ve parlak gözleri, dolgun dudakları, baskın bir omega olmasının getirisiyle belirgin vücut hatlarıyla çok güzeldi o. Yakışıklılığı ve cesaretiyle ünlü koskoca veliaht prensle evlenecekti ve en önemlisi tahtın varisini, veliaht prensin bebeğini taşıyordu karnında.
"Oğlum senin ağzını yırtarım, düzgün konuş." Kendisinin aksine Yongbok cevap verdiğinde güldü Jisung. Şimdi sahip olduğu bu gücü hiçbir zaman kötüye kullanmak istemezdi ama bu tavırlar devam ederse kendini ezdirmeyecekti de. Az önceki lafı eden çocuk her ne kadar haz etmese de yavaşça başını eğmiş ve işine geri dönmüştü.
Sarışın omega gözlerini tek tek kalabalık ortamdaki bedenlerin üzerinde gezdirdi. Tam ağzını açmış birkaç şey daha söyleyecekti ki Aşçıbaşının yanlarına gelmesiyle susmak zorunda kaldı. Bayan Han, elindeki önlüğü oğluna verip poposuna vurdu hafifçe. "Hadi, iş başı!"
Akşam yemeği hazırlıkları böylece başlarken Jisung da Yongbok'un izin verdiği kadarıyla ona yardım ediyordu.
"Ya alt tarafı üç kilo un, bırak taşırım ben!" Daha karnı birazcık bile belirginleşmemişti, bu ekstra titizlik hiç hoşuna gitmiyordu. Elinden unu almaya çalışan arkadaşını hafifçe ittirip paketi olması gereken yere, tezgahın üzerine koydu. Ardından Yongbok unun paketini açarken o ise tatlıya konmak üzere yıkadığı çilekleri doğramaya başladı.
İşi bitince tatlı için kullandıktan sonra artan beş litrelik süt bidonunu kucaklamış ve depoya götürmek için mutfaktan çıkmıştı. Yongbok da ona kapıları açmak ve önündeki insanları uyarmak için önden gidiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
F*ck that nobility!//Minsung
Fanfiction-Omegaverse- "Tahta çıkacağın gün tacın yamulur umarım." Bakışlarını sarayın soğuk zeminine değdirirken mırıldandı omega. "Bir şey mi dedin Jisung?" "Ah, taht diyorum majesteleri, sizce de biraz alçakta değil mi?" İşaret parmağıyla altın süslemele...