3

6 1 0
                                    

"Mutlu olmakta hep acele ederiz. Çünkü uzun süre acı çekildiğinde mutluluğa inanmak biraz zor oluyor."
-A.D


Ne zamandır yürüdüğümü bilmiyordum ama karanlığın tamamen çökmesiyle aradan birkaç saat geçtiğini düşünüyordum. Bacaklarım artık yürümekten yorulmuştu karnım acıkmış ve susamıştım ayaklarım çakıl taşlarıyla kesilmiş, dikenlerle kanamıştı.
Tam bir ağaç köşesine oturacağım sırada bir müzik işittim. Ormanın o kuş cıvıltısından bile yoksun sessizliğini delen o büyülü müzik sesini. Bilmediğim bir dilde gibiydi sanki melodisi insanı kendine çekmeye zorluyor gibiydi adımlarım yine istemsiz bir hareketle müzik sesine ilerlemeye başlamıştı. Her adımımda biraz daha netleşen sesle doğru yönde olduğumu anlamıştım. Sanki müzik beni içine çekiyor gibiydi. O an çok yakınımdan gelen beklemediğim çalı hışırtısıyla sanki rüyamdan uyanmış gibi kendime geldim. Korku beni ani bir sarsılışla gerçekliğe çekmişti. Sanki biri beynimin içindeki o perdeyi kaldırmıştı. Anın farkındalığıyla ürperirken çevremden gelmeye devam eden hışırtı sesi kalbimin ritminde ani değişimlere sebep oldu.


Gerçekten ne salaktım bir merak uğruna karanlık bir ormanın ortasına gelmiştim. Hem de nasıl döneceğimi bile bilmediğim bir ormanın ortasına.. Belki de bir yırtıcının sabah kahvaltısı olacaktım! Ölümün fısıltıları ensemde gezindi korku bedenimi hapis aldı ve ben öylece orada dikilip zifiri karanlık ormanda hiçliğin içine bakmaya devam ettim. Çok geçmeden çalıların arasında bana doğru ilerleyen hayvanla gözlerim şokla açıldı. Tüyleri alevle yanıyormuşçasına ışık saçarak gelen beyaz bir kurttu. Gözleri ateşin kızıllığıyla bezenmişti. İriydi bir kurttan çok daha iri.. Kalbim korkuyla bedenime çarparken ne yapacağımı bilemeyerek koşmaya başladım. Müzik sesi az önceki tonunun aksine karanlığın içinde bir fısıltıya dönüşmüş olsa da hala duyuluyordu. Belki de kampa gelen insanlardır diyerek koşmaya başladım. Koşmamın faydası yoktu tabi ki istese beni çok rahat yakalayabilirdi. Zaten bitkin bedenim zorlukla ilerliyordu. Ama peşimden gelmedi hatta arkama baktığımda öylece durduğunu fark ettim. Görüntüsü giderek uzaklaşırken tamamen karanlığın içinde kaldı. Bende bu sırada sese çok yaklaşmıştım artık ses çok net bir tonda duyuluyordu. Önüme baktığımda gördüğüm manzara bir anda koşuşumu yarıda kesti. Bu o göldü! Ormanın zifiri karanlığının içinde aydınlatılmış gibi duran o muazzam göl. Anlayamıyordum , acaba yine bir rüyada mıydım? Gerçeklik ve hayal birbirine karışmıştı ayırt etmekte zorlanıyordum. Ama gerçekten böyle bir göl olabilir miydi? Sanki fantastik bir kitaptan fırlamış gibiydi . Mantığımın kabul etmediği görüntüyü tüm ihtişamıyla karşılayan hislerim göle çekilirken büyülenmiş gibiydim. Gözlerimi alamıyordum. Az önce gördüğüm kurt bile bu kadar imkansız bir görüntü sunmamıştı önüme. Adımlarım göle ilerlerken üzerime yığılan ağırlıkla yere düştüm. Yanık kokusu burnuma ulaştığında ne yapacağımı bilemeyerek üstümdeki ağırlıktan kurtulmaya çalışıyordum. Göğsümün üzerine inen ağır pençe darbesiyle bedenim acıyla sızlarken dudaklarımdan bir inleme döküldü . Acı tüm bedenimi sarstı kanın metalik kokusu nemli toprak kokusuyla karıştı. Ve üzerimdeki ağırlık ağır ağır yerini boşluğa bıraktı. Sıcaklık yerini ani bir soğukla doldururken bedenim titredi. Gözlerimi aralayıp yerimde doğrulmaya çalıştım ve önümdeki sanki bir kedi yavrusu gibi yatan kurtla burun buruna geldim. Sanki az önce göğsüme pençelerini geçirmemiş gibi öylece masum masum yerde yatıyordu. Acı ve korku bedenimi esir almıştı.
Buradan çıkışım yoktu karanlık bir ormanda yanımda tüyleri yanan - ama asla acı çekiyor gibi durmayan- bir kurtla bedenimdeki kanayan yarayla kapana kısılmıştım. Ölecektim bir merak uğruna ölecektim ve bu gerçekten komikti . Acaba benim gibi başka salak insanlar da var mıydı?
Ayrıca bu kurt nasıl yanmıyordu? Tüylerinin uçları alevleniyor ama yanmıyordu gerçekten bu gün hayal gücüm fazla iyi çalışıyordu. Artık bir rüyada olduğuma emin olmuştum. Bunlar olabilecek şeyler değildi. Gerçi rüyalarda canınız yanmazdı ama sanırım oda benim hayal gücümün tuzu biberiydi. Kurtla bir süre bakıştıktan sonra melodi tekrar kulaklarımdan içeri sızdığında zorlukla ayağa kalktım. Neydi bu şakı böyle kim söylüyordu bunu? Adımlarım göle daha da yaklaşırken gölün yanında çiçeklerin içinde oturan sırtı dönük o kızla karşılaştım. Beni görmüyordu ona yaklaştığım her adımda ses daha da yükseliyor beni daha da içine çekiyordu.

Bastığım kuru yaprak çıtırtıyla ses çıkarttığında kız ani bir hareketle şarkı söylemeyi bırakıp bana döndü. Ve yine o yüzle karşılaştım. Kendi yüzümle... bana o kadar benziyordu ki! Rüyamda bu kızı ilk gördüğümde gerçekten şok olmuştum kayıp bir ikizim olsa bana ancak bu kadar benzeyebilirdi. Tabii farklılıklarımız vardı onun saçları benimkinin aksine oldukça kısaydı benim saçlarım sarıyken onunki daha çok bakırımsı bir kızıldı, yüzü benimkine göre daha toplu boyu benden biraz daha uzundu. Tüm bu farklar olsa da hala ona baktığımda kendimi görüyordum. Aslında şu an biri bizi görse onun üstündeki bu uzun gösterişli elbiseyle ve benim yüzyıllar önceki halim olduğunu düşünürdü.
"ah bende seni bekliyordum, nihayet gelebildin." sesi büyüleyici bir tondaydı sanki beni etkisi altına alıyor koşulsuz güven aşılıyordu. Tabi kendime benzettiğim görünüşüyle onu kendime yakın hissetmemin etkisi de olabilirdi. Nihayet uzun bakışlarımın sonunda konuşabildiğimde " sende kimsin?" diyebilmiştim. "ben sara sende sare olmalısın." ismimi nereden biliyordu? Ayrıca isimlerimizdeki benzerlik de gözümden kaçmış değildi . Bu kızın neden her şeyi bana benziyordu? Cevap vermeden başımı salladığımda gülümseyerek karşılık verdi.
"aklında bir sürü soru olmalı bu ölümlü dünyada sana bir şey anlatılmadığına eminim. Ama korkma bütün sorularını yanıtlayacağım." yanındaki boş taşa elini koyup hafifçe vurduğunda yanına ilerleyip oturdum. O da tüm neşesiyle ve tatlı sesiyle anlatmaya koyuldu.

"kısa bir özet geçerek başlayacağım oldukça basit anlatacağım. Tanrı önce dünyayı yarattı insanların sahip olmak isteyecekleri her şeyi onlara bahşetti suyu, ateşi, havayı ve toprağı. insanlar zamanla onlara verilen bu hediyeler için tanrıya şükretmek yerine tüm bunları hor kullanmaya başladı. Hayvanlara bitkilere birbirlerine zarar vermeye başladılar birbirlerinin üstünde egemenlik kurmaya çalıştılar ve tanrının düzenini alt üst ettiler tanrı zamanla insanların bu nankörlüğüne karşılık onları cezalandırdı. Onlara seller, depremler ,yangınlarla kısacası doğal afetlerle ceza vermeye başladı. Ama bu ceza yöntemi insanları daha da kötü bir hale getirdi, insanlar kurdukları düzenin zarar gördüğünü fark ettiklerinde doğaya daha çok zarar vermeye tanrıdan daha çok uzaklaşmaya başladı. Ve tanrı insanları bilinçlendirmenin daha iyi olacağını düşünüp yer yüzüne elçilerini gönderdi. Bu elçilere Elf ismini verdi. Elfler iyi yürekli, şefkatli, hastalıkları iyileştiren, bitkilerin ve taşların gizli sırlarını öğreten varlıklar olarak geçer kitaplarda ama artık nesilleri maalesef tükenmek üzere neyse devam ediyorum bu varlıklara insanlardan daha üstün olabilmeleri için büyüyü bahşetti ve insanlara doğruyu göstermelerini istedi ama zamanla Elfler insanlardan üstün olduklarını fark ettiler insanlarla zaman geçirdikçe tanrının onları yer yüzüne gönderme sebebini unuttular ve onlara benzediler. insanları büyüleriyle efsunlayıp kukla gibi oynattılar düzeni daha da derinden sarstılar. insanlar birbiri üzerinde egemenlik kurarken Elfler de onların üzerinde egemenlik kurup tanrıya baş kaldırdılar. Yani kısacası onlara bahşedilen büyüyü hor kullandılar kötü emellerine alet ettiler. insanlarla çiftleşip büyüyü soylara akıttılar. Sonra tanrı yeni bir diyar yaratarak buraya Vanaheim adını verdi bu diyar dışında zamanla 7 diyar daha yaratmış bizim olduğumuz diyar tanrıların diyarından sonraki soylular için yaratılmış bir diyar. Büyüyü bu diyarın topraklarına serpti ve dünyadaki tüm büyüye sahip melezleri bu diyarda topladı büyü bizi sıradan insanlardan üstün kıldığı için soylu olarak geçiyoruz. Tabi bu diyarda dünya gibi zamanla kitlelere ayrıldı zamanla kimileri daha soylu oldu kimileri orta kesim kimileri hizmetkarlar olarak ayrıldı büyü soydan soya aktarılan bir güç haline geldi."
duraksayıp bakışlarını yere sabitledi. Sanki o anları hatırlamak hoşuna gitmiyor gibiydi. Az önceki neşesinden eser kalmamıştı. Derin bir nefes alıp devam ederken bende pür dikkat anlattıklarını dinliyordum
"dünyada kalan insanlar zamanla büyüyü unutmaya başlamışlar büyülü sayılamayacak kadar az güce sahip olan insanlar cadı diye nitelendirilip yakılırken büyü tamamen hikayelerde yer alan bir imge olarak kitaplarda yer almış bizim diyarımız için de kutsal kitapta sıradan insanlar efsaneleşmiş yazıyor ama tam anlamıyla öyle değil. Gücü gittikçe artan soylar bir şekilde dünyaya ulaşmayı ve kapı açmayı başardığı için biz tam anlamıyla dünyadan kopmuş sayılmıyoruz maalesef. Gerçi bunun net bir kanıtı da yok sadece bir hikayede olabilir tabi ama ben bunun varlığına inanıyorum. Tarih bilgim çok iyi değil kusura bakma o yüzden bildiğim kadarını anlatmaya çalıştım gittiğinde sana daha detaylı anlatırlar. Tarih kısmını geçip özete geliyorum artık tanrı iki diyarın da kontrolden çıktığını fark edince iki diyar içinde meleklerin saf gücünden birer kadın hükümdar yaratmış efsanelere göre kadın yaratmasının sebebi kadının doğurgan ve anaç olmasından daha insaflı ve affedici bir varlık olarak geçmesi bir bakıma bu yüzden kutsalız. Tanrı zamanı geldiğinde dünyaya gönderilmeleri için bu iki kızı meleklere teslim etmiş ve iki diyardan da elini tamamen çekmiş. Bu kısımdan sonrası maalesef kutsal kitapta da net bir şekilde yer almıyor hikayelerle bize gelenler var tabii . Melekler iki kızı da korumak için ufak bir oyun oynayıp kızları tam tersi diyarlara göndermişler ve sıradan hayat sürmelerini sağlamışlar kızlar kendi diyarlarına uygun yıllarca yaşamışlar. Zamanı geldiğinde de iki kız ait olduğu diyara geçiş yapacaklarmış. Yani aklıma gelen şu an bunlar dediğim gibi zaten kalanları zamanla öğrenirsin." devam etmesini beklemiştim ama sanırım devam etmeyecekti. Evet ilgi çekici bir hikayeydi fantastik bir kitabın kesiti gibiydi ama ben bunun hangi kısmının bizi ilgilendirdiğini anlayamamıştım. Ben bu hikayenin neresindeydim? Benim bu karanlık ormanda bu garip göletin başında ne aradığımın ya da rüyalarımın bu hikayeyle ne alakası vardı? "anlattığın hikaye gerçekten çok ilgi çekici ama anlayamadığım şeyler var ben bu hikayede kendimi bulamadım? Neden burada olduğumu neden her yerde seni gördüğümü neden her gece kabuslarla uyuduğumu anlayamadım?" sözlerimle duraksadı bir süre boş bakışlarla bana baktıktan sonra cevap verdi. "biz o kızlarız birbirinin diyarında yaşamış o kutsal iki hükümdar , sen hikayenin o kısmında yer alıyorsun sare.. Ve artık ait olduğumuz yere gitmenin zamanı geldi."

ORENDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin