Fabrika. Amerikalıların lanet fabrikası. Yüzlerce, binlerce masum insanı, çocuk yaşlı ayırt etmeden öldürmek için silah ürettikleri fabrikaları. Kim bilir kaç kişinin hayatını mahvetti bu aşağılık, beş para etmez insan müsveddeleri. Ama Amerikalıların kötülüğünü eleştirmek benim haddime değil.
Benim gibi birinin asla haddi değil.
Fabrikadan gelen iğrenç yanık yağ kokusundan nefret ediyordu. Arkadaşına göre benzin gibi kokuyordu, yani güzel. Ama Deniz nefret ederdi.
Midesi bulanıyordu. Kokudan değildi bu ama kendi de bilmiyordu sebebini. Karnını sıktı, böyle durumlarda karnına bir bıçak saplayıp bulantıyı geçirmek istiyordu. Kökten çözüm.
Başını kaşıdı. Sanki kafatasının içinde binlerce karınca, beynini yemeye çalışıyor gibiydi. Bundan önce görevlere gitmemiş değildi. Ancak içinde bir ses vardı, onu telaşa düşüren ve ellerini terleten. Birisi dürtüklüyordu onu sanki uyarırmışcasına.
Gökçe ve Yağmur önden gitmişti. Yapacakları zor değildi, kontrol odasına girecekler, görevliyi etkisiz hâle getirecekler ve makinaları durduracaklardı. Sonra Bora elektrikleri kesecekti, Deniz gidip makina dişlileri arasına ne bulursa koyacak, makinalar çalışınca yanmalarına sebep olacaktı. Sonra alabildikleri kadar silahla çıkacaklardı.
Gökçe ve Yağmur kontrol odasına yaklaştılar. Çalışanlar molada olduğu için hiçbir şey görüp duymuyorlardı. Kolayca yaklaştılar, Gökçe kontrol görevlisine arkadan yaklaşmaya başlayınca Yağmur telsizden Bora'ya seslendi.
"Arkadan yaklaştık, tamam."
"Anlaşıldı, tamam." Bora parmaklarını jenaretöre yaklaştırdı, ikisi arasında mavi bir yıldırım belirdikten sonra tüm fabrikanın elektrikleri kesildi.
Elektrikler kesildikten sonra çalışanlar ayaklandı, ne olduğunu anlamak için el fenerlerini çıkarıp jeneratörün olduğu yere doğru ilerlediler. İki tanesi orada kalmıştı.
Gökçe görevlinin görüşünü tam o sırada engelledi. Elektrikler gittiyse, görevli karanlığın sebebinin ışıkların olmaması olduğunu düşünecekti. Görevli duvarda asılı olan el fenerine elini attıktan sonra artık orada olmadığını fark etti. Başka bir yol bulmalıydı. Bırada yıllardır çalıştığından kontrol odasının kapısını bulması uzun sürmedi. Ama yine de garanti olsun diye etrafına dokunarak ilerliyordu. Birisinin onu bileğinden tutmasıyka irkildi.
"Kim var orada?" sesi titriyordu.
"Sorun yok, sadece ufak bir elektrik kesintisi. Bir kaç dakikaya tekrar gelir ışıklar." Yağmur görevliyle konuşuyor, onu oyalıyorken Gökçe makinaları hizmet dışı bırakmıştı. Elektrikler gelse bile çalışmayacaklardı.
Aynı anda Deniz, çalışanların uzaklaşmasıyla makinaların arasına eline geçen ne varsa, karton koli, metal levha, plastik şişe, hepsini makinaların dişlileri arasına sıkıştırıyordu. Daha çok küçük dişlileri tıkamaya özen gösteriyordu ki fark edilmesin, makinalar daha çabuk alev alsın.
Nöbet bekleyen ikilinin yanına fazla yaklaşmadan olabildiğince hızlı bir şekilde tıkıyordu dişlileri. Telsizinden bir cızırtı duyunca derin bir nefes alıp geri çekildi. Nöbetçilerin sesi duymayacağından emin olunca telsizini çıkardı, ağzına götürdü.
"Hallettim, tamam." arka kapının oradaydı. Gökçe ve Yağmur'la kontrol odasında buluşacaklardı ama Yağmur ve Gökçe girişteydi. Şaşkınlıkla bir kaç kez gözünü kırptı "Siz?" diyerek kontrol odasını gösterdi.
"İşler değişti, Bora Abi girişe gidin dedi."
Başıyla onayladı "Beni bekleyin de dedi mi?"
"Demedi. Siz hızlıca çıkın ben biraz adam öldüreceğim, dedi."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Alpagu
AléatoireSüper güçleri olduğunu öğrenip bu güçleri kullanmayı öğrenmek için bir adaya gelen Asena Yılmaz, bu adanın üzerinde silah üretimi yapılıdığını öğrenir. Ondan sürekli kaçmaya çalışan eski arkadaşı bu üreticileri yok eden bir kuruluşun içindedir. Asen...