Kendimi korkunç bir rüyadan uyandırmaya çalışıyormuş gibi hissediyordum. Bilincim yerindeydi ama ne gözlerimi açabiliyordum ne de hareket edebiliyordum. Sadece göz kapaklarıma çarpan güneş ışıklarını hissedebiliyordum. Galiba sabah olmuştu.
Hissedebildiğim bir diğer şey birisinin kucağında olduğum ve beni bir yere taşıdığıydı. Otele mi gidiyorduk? Emin değildim.
Zoraki de olsa gözlerimi açtım. Evet sabah olmuştu. Ormanın içindeydim ve büyük ihtimalle otele gidiyorduk.
Dilan'ın "Uyandı." demesiyle sırtım ağaca yaslandı. O an beni taşıyanın Gökalp olduğunu gördüm. Elime çantasından çıkardığı su şişesini uzattı. Ben suyu içerken bir yandan Koray bana olup biteni anlatıyordu.
"O senin dediğin harabe eve gelince durdun. Bir kaç adım attın ve gözlerini harabe eve diktin. Ne hareket ettin ne de gözlerini kırptın. Biz seni kendine getirmeye çalışınca da bayıldın." dedi Koray.
İçimden bir ses Koray'ın bu olayı saplantılı anlattığını söylüyordu. Aklımda mantıklı mantıksız sorular dolanıyordu ve ben o harabe evdeki yaşananları aklımdan çıkaramıyordum. Hayatımda inanması güç ama toplam iki kere geçmişi görmüştüm ve bu her seferinde daha acılı oluyordu.
"Bayılmama rağmen yürümeye devam mı ettiniz?"
"Yapacak bir şeyimiz yoktu. Devam etmek zorundaydık." dedi Dilay.
Saçma geliyordu. Geçmişimi gördüğüm anları gerçekten yaşadım mı diye idrak etmekte zorluk çekiyordum. Çünkü bedenime saplanan bıçakların acısını hala hissedebiliyordum.
"Aklıma oturmayan şeyler var. Ben o haldeyken-" demiştim ki Dilay tarafından sözüm kesildi.
"Tamam Hazan abartma istersen. Alt tarafı bayıldın. Uzatılacak bir şey yok burada."
Gerçekten bu işte bir iş vardı. Benden bir şeyler saklıyorlardı ama daha fazla kurcalamadım. Bir şey varsa da zamanla kendiliğinden çıkardı. Sağlık sorunum olduğunu da düşünmüyordum. Saat sabah altıyı geçmiş görünüyordu. Yani şu an İlham Perileri eşlik ediyordu. Ve biz otele vardığımızda İlham Perileri hala etrafta olacaktı. Şanslıydık. Çünkü zararsızlardı. Biz onlara dokunmadığımız sürece.
Tam daha ne kadar yolumuzun kaldığını soracaktım ki otel karşımızdaydı. Varmıştık. Gerçekten otel değil eve benziyordu. Tahmini dört katlıydı. Evin etrafı Didem'in öldüğü köydeki gibi mezarlıklarla kaplıydı.Otelin rengi soluk kahverengiyi andırıyordu. Kapının üstünde "HOTEL" yazıyordu.
Hotel yazılan yeri gördüğüm zaman aklıma Koray'ın bir yerde okuduğu yazı aklıma geldi. Hem ev diye adlandırdıkları yere otel demeleri ne kadar mantıklıydı?
Otele yavaş adımlarla yaklaştıkça elimi ağzımla kapatmak zorunda kaldım. Sanki başka bir boyuta geçmiş gibiydik. Ve gördüklerim akıl işi bile değildi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
RÜYALARIN OTELİ
TerrorDidem'in ölümüyle bilinmeyen varlıklar tarafından otele çağırılan Baran,Koray,Gökalp,Dilay ve Hazan.Bu yola kendileri girmiştir ve çıkmak için bedeli kendi canlarıyla ödemek zorundadırlar.Bu otelden kaçmanın bir yolu var mı?