En zor zamanlarda bile birbirimize uzanabileceğimiz ellerimiz varsa, umudun gücü her enkazın üstesinden gelmeye yetecektir.
Telefon ekranında annemin ismini görmek, içimdeki boşluğu derinleştirdi. Zaman durdu, nefes almak zorlaştı.
Her şey altüst olmuştu; annemin yokluğunu yeniden iliklerime kadar hissettim. Telefonu açmak için uzun süre tereddüt ettim. Gözlerim ekrana sabitlenmişti. Açmakta kararsız kaldım. Ve sonunda, titreyen ellerimle cevap verdim.
"Alo?"
Karşımdaki ses tanıdık değildi.
"Merhaba... Kızım, enkazda bir telefon bulduk. Telefon kapalıydı, ekranı da kırıktı. Şarj bulup açtık, bu yüzden aramakta zorluk çektim.
Bu telefonun sahibi kimdir, biliyor musun?"
Kalbim yerinden çıkacak gibiydi, elim ayağım titriyordu.
"Benim adım Aygül, kızım. Bu telefonun sahibini öğrenmeye çalışıyorum. En son aranan numara sizin görünüyor."
Adeta bir boşluğa düşmüştüm, ağzımdan tek bir kelime bile çıkmıyordu, konuşamıyordum. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Konuşmak istedim, ama kelimeler çok ağırdı.
"Alo, orada mısın kızım?"
"Evet," dedim titreyen bir sesle, gözlerim dolarken. "Bu telefon... anneme ait. Ben... ben annemi ve babamı kaybettim." Sözcükleri dile getirmek o kadar zordu ki; bu sözleri söylerken derin bir acı hissettim. Kaybettiğim birinin numarasını görmek, yaşadığım onca acıyı yeniden canlandırmıştı. Bu telefon bana geçici olarak verildi; arkadaşımın annesinin telefonu, en son bu numarayla konuştuğunu biliyorum.
"Başın sağ olsun, kızım," dedi. Sesindeki üzüntüyü hissettim.
Kadın, ekiplere yardım eden gönüllü olduğunu belirtti.
"Belki siz de gönüllü olabilirsiniz? İnsanlar başkalarına yardım ederken, kendi acılarını bir nebze de olsa unutabiliyor," dedi Aygül Hanım.
Unutmak mı? İnsan, canından çok sevdiği birinin acısını unutabilir mi? Bu mümkün değildi. Ama yine de... Başkalarına yardım etmek, belki de bu acının altında ezilmemek için bir yol olabilirdi.
Kadının bilgilerini aldıktan sonra telefonu kapattım ve istemsizce ağlamaya başladım. Bu durum beni derinden etkiledi; annemin telefonundan başka biri konuşuyordu ve onun sesini bir daha asla duyamayacaktım. İçime derin bir nefes çekip verdim ve gözlerimi kapattım. Kalbimdeki o ağır boşluğun hiçbir zaman tamamen dolmayacağını biliyordum. İçimden dua etmeye başladım.
Darmadağın olmuş aklımı, parçalanmış kalbimi, dağılan hayatımı sen topla Allah'ım.
Saat akşam altıya yaklaşıyordu. Elif olsaydı, sohbet ederdik; ama o da yoktu. Günün bir an önce bitmesini diledim. Şu an tek istediğim, zamanın bir an önce geçmesiydi; sabahın erken saatinde taburcu olacaktım. Eve dönüp kendi dünyama çekilmek, biraz olsun huzur bulmak istiyordum.
O akşam derin bir uykudaydım. Rüyamda annemle babamı gördüm. Yüzlerinde her zamanki o yumuşak, şefkat dolu ifade vardı. Yan yana duruyorlardı, tıpkı çocukken hatırladığım gibi. Babam bana doğru eğildi ve yumuşak bir sesle, "Evladım, her şey fani; yalnızca yaptıkların kalıcıdır," dedi. Annem hafifçe başını salladı ve babam devam etti: "Hayat bir imtihan, sabır ise en büyük ferahtır."
Rüyanın içinde, ailemi kaybettiğimi hatırladım. Kalbim hızla çarpmaya başladı ve aniden uyandım. Rüyanın etkisi hâlâ üzerimdeydi. Babamın sözleri zihnimde dönüp duruyordu: "Her şey fani; yalnızca yaptıkların kalıcıdır." Annemle babam, hayatın geçiciliğini hatırlatmışlardı; ama yaptıklarımızın iz bırakacağını söylemeleri içimde yeni bir anlam uyandırmıştı. Evet, acım büyüktü ama belki de bu acının içinde bir anlam bulmam gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUDUN RÜZGARI
General FictionKaderin acımasız çarkları altında yok olma eşiğine gelenlerin, tüm zorluklara rağmen ayakta kalma mücadelesini anlatıyor. En derin karanlıkların ortasında yeşeren umut, bu hikayede baş karakter Bahar'ın öyküsünde hayat buluyor.