GÜL GÜZELİ- 1

2.9K 236 53
                                    

Merhabaaaaağğ

Pamuk parmaklar yıldıza efenim...

KEYİFLİ OKUMALAR!

🌹🌹🌹

Güneşin en tepede olduğu saatlerde dermanı kalmayan ayaklarıyla yürürken, alnından akan terlerin rahatsızlığıyla homurdanıyordu, Narin. Akşamın bir an önce gelmesi ve o huzur verici serinliğe kavuşmak için saatleri sayıyordu resmen. Dik yamaçta düşe kalka ilerlediği iki saatin sonunda evinin çatısını görmek dudaklarının keyifle kıvrılmasına sebep oldu. "Hay bin şükür. Yandım ula, yandım!"

Annesinin diz ağrıları günden güne artarken topladığı ısırgan otlarını, Çamlıhemşin'de şifacı diye nam salmış Bedriye Hanımın evine götürmüş ama bin pişman olmuştu. Koca kadının evi yaylanın en uzak tarafındaydı. Esasında Bedriye Hanımın yapacağı kremi Narin'de yapardı ama teyzesi inatla gitmesini istemiş, şifacı diye nam salan kadının safsatalarından umut bellemişti.

Elindeki odunu yere vura vura tepeyi tırmanan Narin, huysuzca homurdanıyordu. "Eh teyze," dedi, elinin tersiyle alnındaki ter damlacıklarını silerken. "O merhemden bir fayda görmeyelim ben sana edeceğimi bilirim. Neymiş? Koca karının elleri şifalıymış!" Gözlerini devirdi. Sabahın erken saatlerinde yapılacak iş miydi sanki? Zaten dünden kalma yorgunluğu hâlâ daha üzerinden atamamıştı genç kadın.

Babası ve amcasını fabrikada çıkan yangında kaybedeli dört sene oluyordu. O günden beri annesine ve teyzesine bakmayı kendine borç bilen Narin dişini tırnağına takarak çalışıyordu. Fındık hâsılatı başladığında merkez köylere iner yevmiyeci olarak çalışırdı. Fındıktan gelen paraların yeterli gelmeyeceğini düşündüğünde ise bu sefer çaya da girerdi. Öyle böyle derken kışı geçirebilecek hâsılatı toplar annesi ve teyzesini rahat ettirmek isterdi. Babasından öğrendiği av becerilerinin de faydasını görüyordu elbette. Çok şükür hiç kimsenin eline bakmıyorlardı genç kadın sayesinde.

Yirmi dördündeydi Narin. Omuzlarındaki yük bedeninden büyük olsa da bir Allah'ın günü isyan etmemişti. Güzelliği ise dillerden dillere destandı. Gür ve dalgalı kahverengi saçları başına bağladığı keşanından salınır, omuzlarının altına kadar uzanırdı. Beyaz teninde inci gibi parlayan siyah gözleri ise bir bakanı bir daha bakmaya iterdi. Birçok görücüsü olmuştu Narin'in fakat annesiyle teyzesini bir başlarına bırakmayı asla kabul etmezdi. Adının da Narin olduğuna bakmayın. Adının hakkını veremeyecek kadar asi, dik başlıydı. Dilinin kemiği de yoktu.

En sonunda evine geldiğinde ayağındaki kara lastiklerden kurtulup, yün çoraplarını çıkarttı. Sıcaktan terleyen ayaklarını, her daim kapının önüne bıraktıkları güğümün içindeki suyla yıkadı.

"Hah geldin mi Narin'im," diyerek sahanlıkta beliren teyzesine yandan bir bakış attı genç kadın.

"Geldim teyze geldim de. Sor bakayım nasıl geldim?"

Önüne bağladığı peştemalde ıslak ellerini durulurken mahcup bir ifadeyle yeğenine baktı, Mine Hanım. "Oy sevguli," dedi. "Biliyorum yordum seni oralara kadar ama ananın hâli içimi kavuruyor. Geceleri inim inliyor diz ağrısından, bilmez misin?"

"Bilirim teyze bilirim," dedi, Narin. İçi gidiyordu onunda. Annesinin acı çekmesi genç kadının yüreğini dağlıyordu. Hele ki elinden bir şey gelmemesi daha çok huzursuz ediyordu.

Emine Hanımın romatizma ile başı dertteydi. Yağmur yağmaya dursun, ağrıları acıdan inleyecek kadar artardı. Memleketin en yağışlı yerinde Rize'de, birde yaylalarda iseniz illallah ettiren meretti bu hastalık.

GÜL GÜZELİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin